Mesudiye’yi Canlı İzle
19 Kasım 2010
Eski Köy Düğün Geleneklerimiz – Kadir AKSU
5 Temmuz 2020
Kuru Ekmek (Golit)
2 Ocak 2019
Öyle Bir Geçer Zaman ki…
3 Haziran 2020
Yeşilce – Yeşilyurt Kültür ve Dayanışma Derneği › Forumlar › Şiir & Düz Yazı › şiir sayfası
YAŞADIKLARIMDAN ÖĞRENDİĞİM BİR ŞEY VAR
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği
İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya
Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin
İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına
İnsan balıklama dalmalı içine hayatın
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına
Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
Değişmemelisin hiçbir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın
Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana.
ATAOL BEHRAMOĞLU
yüreğimden yoruldum
sürekli maske takanlardan
içim kan ağlarken
insanlara gülmekten yoruldum
çok sinirliyken bile
sakin olma zorunluluğundan yoruldum
hıçkırarak ağlamak isterken
gözyaşlarımı içime akıtmaktan
delice severken içimden dağlara denizlere
hoyratça esen rüzgara toprağa kuşlara
seviyorum diye haykırmak isterken
susmaktan yoruldum
yüreğimden yoruldum
Ruhum yoruldu
geri dönüşü olmayan bir tüneldeyim
oyunun adı yaşammış
başrolde ben
yardımcı oyuncular sevgi aşk özlem dertler
senaryo konusu
herşeye rağmen Mutlu Olma Sanatı
A.T.
1. şimdi sen olsan…
ilk sonbahar yağmuruyla oturduk hayli dertleştik
ben camın önündeydim o arkasındaydı
sen izmir taraflarında uzakça bir yerdeydin
dünden bugüne çektiklerin eksilmedi dedi yağmur bana
eksilmeyecek dedi bugünden yarına
bir hiçliğin koynunda istifham gibi büyüyeceksin
sual sorduğun herşey senden sual soracak
bitirdim sandığın vakit başladığını göreceksın
yağmurun altında insanlar biçimsizdiler
şimdi sen olsan ortalık şenlenecekti
sanki birdenbire ışıklar yanacaktı
oysa ben içimdeki kandili söndürecektim
2. gözlerimi kapasam
gözlerimi kapasam
akşam
bir karanlığın dibinden gözlerin ağzıma bakıyorlar
ellerimi yüzümü yıldızlarla yıkayorum
saçların boynuma sarılıyorlar
gözlerimi kapasam
sen boylu boyunca yanıbaşımdasın
dişlerinin arasında bembeyaz bir nilüfer
alevleri bile öpebilirmiş gibi
güçlü ve gururlu ağzın
beni öptüğün zaman erkek seni öptüğüm zaman kadın
yanıbaşımdasın
gözlerimi kapasam
senin için bir mısra tasarlasam
bir renk düşünsem
başımı senin dizine koyduğumu uyuduğumu düşünsem
çocuğunmuşum gibi saçlarımı okşadığını
kocanmışım gibi yakama çiçek taktığını
bir yağmur şehrin bütün seslerini öldürse
sen ve ben günün yirmi dört saatını öldürsek
boğazlasak
ellerin göğsüme girse avuçlayıp kalbimi koparsa
sımsıcak ben senin kanına girsem
kalbine kurulup otursam
gözlerimi kapasam
rüzgârın kapıları derhal açılacak
dağbaşlarının temkinli sessizliğiyle sonsuzluğu dinleyeceğiz
kendimizi inkâr edeceğiz
hele inkârımızı büsbütün inkâr edeceğiz
bütün münkirler günde beş vakit bizi inkâr edecekler
bir kibrit aydınlığında çatılmış kaşlarını göreceğim
jiletle çizilmiş gibi keskin
ince
içimde kanlı bir ihtilâl kopacak
dudakların bir akşam üstü dudaklarıma değince
kadehim kırılacak
münkirlere müminlere küfredeceğim
3. iki elin kızıl kanda
sökülüp
salkım salkım leylekler gelirse ilkbahar olur
kül mavinin yanına kirli sarı gelirse
sonbahar
sen benim yanıma gelirsen
kıyamet olur
bir damla gözyaşı okyanus boşluklarını doldurur
senin gözyaşların beş kıtayı eritirler
hünerli ellerin yeni bir dünya yaratırlar
gözlerimden milyonlarca yıldız çoğaltırsın
milyonlarca defa bakabilmem için
geceleri sana bir saniyede
parmaklarımdan istifhamlar çoğaltırsın
her ağacın dalına bir istifham asarsın
ölüme mahkûm eder beni asarsın
ben tutar seni asarım
karanlıkta kalmış çocuklara döneriz
artık ben diye bir şey kalmamıştır
sen diye bir şey yoktur
hiç gelmemişe döneriz
korkarız
gözlerine baktığım zaman
sonsuzluğu görebilmeliyim
parmaklarım dudaklarında dolaşırken
sonsuzluğa dokunmalı
konuştuğun zaman
sonsuzluğun sesini dinlemeliyim
bir istifham gibi eğilip
seni bir istifham gibi öpmeliyim
elimden ne gelirse yapmalıyım
bir tevrat bir incil bırakmalıyım
beni bir dağ başına koymalılar
başıma bir dağ koymalılar
anama avradıma sövmeliler
sen duymalısın
iki elin kızıl kanda olsa
gelmelisin
4. sen olmadığın vakit
sen olmadığın vakit büyük yalnızlığım var
dalgaların kendilerini taştan taşa vurmaları
sonbahar yıldızlarının sessiz sedasız çırpınmaları
ve büyük yalnızlığım var
biliyorsun hani o
rüzgârın gözüne karanlık bir yelken gibi açtığım
içimsıra vahşi bir kadın gibi taşıdığım yalnızlığım
sen olmadığın vakit o denizde
şarabım tuzlu bir lezzet kazanıyor
avuçlarımda bir ateş yanıyor
bir çift insan gözü
hırsızı iti uğursuzu
köpek gözü toz ve toprak
bir kadeh quantro bir kadeh rom bir kadeh yağmur
avuçlarımda ve çırılçıplak
sen olmadığın vakit ben de olmuyorum
o denizde gördüğüm sen
benim için bir şarkı söyleyecektin
hazırdın gitarını bir çocuk gibi dizlerine yatırdın
kanada'lı üç tayfa tezgâhın içine girdiler
karanlık kıllı kollarıyla şarkının içine girdiler
kavga çıktı birbirinin çenesini kırdılar
o denizde gördüğüm sen
benim için bir şarkı söyleyecektin
ağlayacaktın
görecektim
sıradan bir şarkı söyleyecektin
kanada'lı tayfalar kahrolup öleceklerdi
ben de ölecektim
5. değil mi ki…
şehrin üstünde tozlu bir ay silkinmektedir
mevsim yaz olmuş sonbahar olmuş ne umurum
değil mi ki o büyük istifham üzerindeyiz
birbirimizi seviyoruz
ve sevgimizden şüphe ediyoruz
Attila İlhan
“yalnızım çünkü sen varsın”
“gel” desen gelirdim
gittiğin uzakta bendim
dağ gibi bir ihanetten düştüm
bu kendime son gelişim
ölümbaz öpüşler kusuyorum ceplerime
kendimi suçüstü yakalıyorum
ve kentsizliğimin isimsizliğini
Araz´a uyak düşüyorum
gözlerime senden düşler sürüyorum
ıslak bileklerim kan bayramına yatıyor
bana en büyük tehdit yine ben oluyorum
sonra bir durağa yaslanıyorum
sonra bir kente
ve sen gidiyorsun
ben kanıyorum
diyorlar ki “kendini dinleme hiçbir şey söylemiyorsun”
oysa “gel” desen gelirdim biliyorsun
yorgun Haliç´e biraz inat
biraz ihanet bırakıyorum
ellerinden bir tedirginliği bir tehdidi avuçluyorum
aklıma düşüyorsun
düşüyorum
düşünce
üşüyorum
azgın hüzünlerle körlüğüme göçüyorum
ayrılığın saati kaç geçiyor bilmiyorum
yalanlarımla bir hiçlikteyim
beni içinden kaç
bu kentte her yağmur kendini ağlar
aklıma düşsen yalnızlık oluyorum
ağzımdaki uykudan öpmüyorsun nicedir
nerde kimi üşüyorsun
artık kendini yakan bir ateşim
kendimize birbirimizden düşler yapamıyoruz
şimdi boş duraklara yaslanıyorum
boş kentlere
oysa “gel” desen gelecektim
gün düşlerime dönüşlerimde
bakışın içiyor beni gözlerimden
gövdemi düşürüyorum güz yavrusu duraklara
uzaklığına uzanıyorum
sevdiğin sonbahar geçiyor üstümden
ama artık hiçbir göğü içmiyorsun dudaklarımdan
yıkılıyorum şarkılara
“kimseler biliyor”
yalnızlık dostumdu
şimdi korkum oluyor
oysa “gel” desen gelecektim
artık her şey kımıltısız bir geceye dönüşüyor
güz artığı saçlarımda oynaşan sensizlik
göz karana yenik düşüyor en korkak yanlarımdan
kendimi yitirdikçe sana gidiyorum
göbek çukurumda sobelere karanlık uyutuyorum
düş satıcısı ispiyoncu bir ihtiyarın insafına kalıyorum
uysal yalnızlıklar satın alıyorum
gülüşümle ödeyerek
ve içimde yalancı bir katil taşıyorum
yeni utançlar biriktiriyorum eski günahlarıma
cüzamlı ruhlar cehennemine gidiyorum ben
kirli sözlerimi temize çekme
oysa “gel” desen gelecektim
gözlerim ihanete ihbar taşıyor
kuşkulu bir cinayeti fısıldıyor kaşlarına
sözü namluna sürmelisin şimdi
en yaralı yanımdan vurmalısın beni
çünkü uçmak düşmeyi göze almaktır
avlunda bıraktığım az kullanılmış intiharları deniyorum
ne vakit nikotinli ellerinden yola çıksam
susuşuna kan döküyor gözlerim
sen gözüne çiğ kaçtı sanıyorsun
oysa bilmelisin Araz´ım
kimsenin içi görünmez
ve hiç bulamadıklarını
asla yitiremezsin
bak şimdi aramızda sessiz kalıyor
söylenecek bütün sözler
her sabah akşam oluyorsun
alnından ellerine damlıyorsun
yüzündeki yağmurla iniyorsun kente
içine dert oluyorsun kentin
dışına yağmur
yüreğinde dağılıyor kristal şehirler
duvarların kan öksürüyor
ve sen
başkalarının gözlerini
yüzümde aramamayı öğreniyorsun
beni bir durağa yaslıyorsun
beni bir kente
gidiyorsun
oysa “gel” desen gelecektim
susmak en inatçısı olmaktır yalnızlığın
en susmakta neydi öyle
sen en dinlerken
biliyorum Araz´ım
insan kendini bulmamalı, hep aramalı
gittiğin yerden başlıyorum öyleyse
gece cinnetlerimi de alıp yanıma
denize bakmayı bilmeyenler
bir gün mutlaka boğulur
işte bundandır gözlerinden kaçışlarım
siz hiç yar saçının bir telinden kendinize gurbet yaptınız mı
ben şimdi gurbetim
içimde taşıyorum
heba olsa da senlerce yılım
oysa “gel” desen gelecektim
ömrümden düşürdüğüm sol anahtarlarına takılıyorum hep
ve hayat yüklü kamyonlar geçiyor üstümden
şairler ölüdür derler
inanmıyorum
en karanlık ceketimi giyiyordum
ışığa kördüm çünkü
şimdi ise güneşe ilerliyorum
dirilmek için
kimliği paslanıyor eski bir anarşistin
gecenin kör gözünden utanıyorum
hadi bana en militan kelimelerle saldır
batır içime cümlelerini
beyhude bir dehşet bırak
hak ediyorum
gizlilikten ölmek üzere olan bir akrep sızıyor içime
can kaybından ölüyorum
cenazemde namaz kılacağım
zan altındayım
yalanıma inanıyorum
yorgun söylentiler kanıyor solgun yaralarımdan
kırılır mı bilmem hüznümde taşıdığım kin
kinim kendime
susuşum sana
küsüşüm tüm dünyaya
üstü kalsın ihanetimin
“gel” desen gelecektim
yine bir tren geçiyor içimden
sen kesiliyorum gülüşümün karşılığı
saçların bir rüzgarın öyküsünü taşıyor
görmüyorum söylemiyorsun kırılıyorum
hiçliğimin etleri yolunuyor şizofrenik bir gecede
sana bir öykü çıkarıyorum ağzımdan
süsle beni ey aşk
geçtiğin yerleri öpüyorum
yarısı yanık bir aşkın küllerini taşıyorum
dişlerindeki nikotin tadı terkimde
sirenler ve ateş hatları içip
sesini peydahlıyorum kendimden ve kentimden
ıslak ceplerimi buluyorum el yordamıyla
yasadışıyım
tutukla beni gözlerimden
kalemim bitti yitirdi şiirini şuur
öldü kanımdaki mürekkep balığı
solumdaki sise intihar etti intiharlar
bir aşkı kaça katlayabilirdi ki ezik bir yürek
yaşamak için geç bir zaman
ölmek için ise erken
çok davullu bir senfoni sürçüyor
dikiş tutmaz ayrılığımda
kirpiğinden yapılma bir darağacına
geceyi asıyorum
yoksun
bu yağmurlar ıslatmıyor beni
bir durağa yaslanıyorum sensiz
gidişinin en sessiz harfinden yırtılıyorum
“gel” desen gelecektim oysa
kulaklarımdan bordo denizler dökülüyor
şimdi herkes biraz sen biraz acı
göğsümde bir vagon
gizli sözler batıyor
fırtınalar çıkıyor üstüme
şakağımda
intihar acemisi bir şairin
delilik provaları
arkandan uluyan kapılardan
söküyorum kokunu
yokluğunu kokluyorum
yokluğunu yokluyorum
çöz gözlerimi senden hadi
ücranda yak bakışımı
gözlerine bekçi sevdam
dünden ve senden kalmayım
içine her düşen
kendi keşfi sanıyor seni
oysa sen
melekleri bile kıskandıracak kadar kendinsin
ve kendini acıtmak istiyorsun
ama güller kendine batamaz
bilmiyor musun
“gel” mi diyorsun
herkes kendi gördüğüne bakar
peki hayatın rüzgarında kime yelkeniz
kıpırdamadan duramayız bir aşk boyu
hadi en kanadığımız yerden susalım
“gel” desen gelirdim
“git” dedin ve gittin
Aşka…
Rüzgara…
Ayrılığa…
Zamana…
eyvallah…
SOLUK SOLUGA -1
Hep yanıldı ve yenilgilere uğradı
Ama atıldı yine de serüvenlere
Vakti olmadı acıların hesabını tutmaya
Durup beklemeye, geri dönmelere vakti olmadı.
Yangınlarla geçti ömrü ve hep yalnızdı
– ki onlar daima birer yalnızdılar
Nerde doğmuştu ve ne zaman kopup
Gitmişti o kentten anımsamıyor artık
Hangi sokaktaydı ilk sevgili ve hala
Sürüp gider mi ilk öpüşmenin esrikliği
Gizlice buluşmaya gelen ve ölürcesine
Korkular geçiren o kız nerededir şimdi
Sensiz olursam yaşayamam diyen
O liseli kız hangi kentte kaldı
Ve o sarışın
O afeti devran bekler mi hala
Atlas yataklara sererek yaşamanın anlamını
Üşüten bir acıydı belki her ayrılık
Her yolculuk yangınların başladığı yereydi
Ama vakti olmadı hesabını tutmaya
Aşkların, ayrılıkların ve acıların
İstese de kalamazdı vakti gelince
Geyik sesleri yankılanınca yamaçlarda
Yürek burkulması ve hüzün ve keder
Aralıksız doldururdu acıların bohçasını
Dudaklarında öpüşlerin gül esmerliği
İçinde kıpırdanıp durur ufuk çizgisi
Ay bile soğuktur o zaman
Bir buz parçasıdır
Çaresiz çıkılacaktır o yolculuklara
Ki bir ömrün karşılığıdır serüvenler
Biraz da serüvendi yaşamak
Belki yatkındı büyük yolculuklara
Ki serüvenler daima büyük aşklar
Ve büyük yolculuklarla başlar
Anıları aşkları ve bir kenti
Bırakıp gidebilirdi apansız
Apansız başlardı yolculuklar
Hangi saatinde olursa günün
Ve hep kar yağardı nedense
Durmadan kar yağardı yol boyunca
Ve nasılsa yok olup giderdi hüzün
Kent görünmez olunca arkada
Ne bir veda sözcüğü dökülürdü dudaklarından
Ne de dönüp bakardı geriye bir kez olsun
Ne zaman yollara düşse biterdi acılar
Gül yüzlü sular fışkırırdı toprağın karnından
Kavaklarsa oynak bir çingene kızı
Her kıpırdanışında açılıverir uzun ince bacakları
Mekan tutmak ve her akşam aynı ufukta
Güneşin batışını seyretmek ölümdür biraz
Ölümdür biraz hep aynı yatakta
Aynı kadınla sevişerek sabaha varmak
Kitapları hep aynı raflara sıralamak
Aynı eşyayı kullanmak eskimektir biraz
Soluk soluğa yaşamalı insan
Her sabah yeni bir şeyler görebilmeli
Ve cehenneme dönse de bir ömür
Mutlaka bir şeyler değişmeli her/gün
Ey o büyük yolculukların ürperten heyecanı
Okyanus dalgalarının sesleriyle dol bu ömre
Ölüme ve aşka durmadan kement atan
Serüvenlerle geçsin yaşamak
Buz tutmuş bir dünya ortasında
Yollara düşerdi o hep aynı ıslıkla
Önünde dağlar, uçurumlar
Sarsılan gök, yarılan toprak
Çelik uğultularla burgaçlanırken
Yaşamak işte öylesine kucaklardı onu
Ve her nasılsa keklik sekişli
Bir aşkın sevinci dolardı yüreğine
Çıkarıp atardı o zaman deli bir ırmağa
Ne kalmışsa bir önceki serüvenden
Soluk soluğa yaşadı kentleri, aşkları
Bağlanacak kadar kalmadı hiçbirinde
Pervasız bir acemi, bir çılgın
Soyu tükenen bir bilgeydi belki de…
O yalnız kaybetmesini öğrendi ömründe
Avucundan dökülen kum taneleriydi her şey
Ne bir serseriydi ne de yılgın bir savaşçı
Ama kendi kafasıyla düşünen ve hakkında
Ölüm fermanları çıkartılan biriydi belki
Sevince deli gibi severdi
Pervasız severdi sevince
Dövüşmek ancak ona yakışırdı
Ona yakışırdı aşklar ve yolculuklar
Yoktu bağlandığı herhangi bir şey
Bulutlar gibi çekilip giderdi seslerin arasından
Ne bilir ömrün değerini bir çılgın
Yalnızca kendini yaşamayı nereden bilebilir
Ve başarısız eylemler çağında o
Kaçabilir mi binlerce kez ölmekten
Yerleşik yargıları olmadı hiç
Kurmadı güzel gelecek düşleri
Nerede bir yangın, nerede tehlike
O mutlaka oradaydı birdenbire
Dinsizdi, özgür sayılırdı belki
Ama bağlanmazdı özgürlüğe de
Hiçbir yerde yeterinden çok kalmadı
Beklemedi anılar sarnıcının dolmasını
Şikayetsiz yaşadı yaşadığı her günü
Yoktu yüreğinde pişmanlıkların izi
Ayrıntıların izi kalmamış artık
Üst üste yaşanmakta ayrılıklar
Ve bir bulut gibi sıyrılıp gidilmiştir
Dağların, denizlerin üzerinden
Geride kalan ne varsa soluktur şimdi
Titreyen kandiller gibi sönmek üzeredir
O eski konaklar gibidir anılar
Gül bahçeleri, sessiz koru ve orman
Belki sağanak boşanır apansız
Yüzyıllık bir yağmur başlar
Ve sinsi bir hastalığa dönmeden alışkanlıklar
Yok olup gider her şey, belki kül olur
Hırçın bir okyanustur yürek
Dar gelir ufuk ve mutluluklar çevreni
Anılarsa birer çıban izidir
Yaşanmaz onların ölgün gölgesinde
Durgun bir su gibi aktı mı yaşamak
Ve zaman uysal bir kısrak gibi dinginleşti mi
Anısız kalınmıyor artık ne yapılsa
Kuşatıyor yolları, aşkı ve ömrü
Bekleyişleri kemiren çakal sesleri
Oysa bütün köprüler yakılmalı ayrılık vakti
Ve herhangi bir şeyle eşit olmaksızın
Yollara düşülmeli habersiz ve sessiz
Çürük bir diş gibi kanırtıp kentleri
Dünyanın ağzını kanlar içinde bırakmalı
Bir ömrün olgunlaştıramayacağı
acemilikler toplamı ve bir çılgın
boyun eğmedi kendine bile
seçme zorunda kalmadı yaşamayı
nasıl bağlanmadıysa yere ve zamana
bağlanmadı kendine de ömür boyu
dağlara tırmana atlar gibi
soluk soluğa yaşamak istedi dünyayı
bir şahin gibi bulutlara kurdu
dumanlı sevdaların yörük çadırını
sıradan bir gezgin değildi hiç
dövüşür gibi yaşadı yolculukları
belki korkusuz sayılmazdı büsbütün
korkardı korkulara düşmekten zaman zaman
ve bütün gemileri yakıp
yollara düşerdi o hep aynı ıslıkla
mutlu muydu, hiç düşünmedi böyle şeyleri
umutlardansa nefret etti daima
hep yanıldı ve yenilgilere uğradı
ama atıldı yine de serüvenlere
pervasız bir acemi
soyu tükenen bir bilgeydi belki de
Ama bir şey vardı yine de
Başarısız ihtilallerden kendine kalan
SOLUK SOLUGA -2
Büyük aşklar yolculuklarla başlar
ve serüvenciler düşer bu yollara ancak
Onlar ki dünyanın son umudu
soyları tükenen birer çılgındırlar
Ama yaşarlar dünyanın dört bir yanında
Ölümle alay ederler sanki
Nerde beklenirse ordaydılar
bir kez bile gecikmediler ömür boyu
Neydi onları ordan oraya
savurup duran şey
Onları daima yalnız kılan
neydi bu yaşam denilen gürültüde
Her dilden bir adları vardı onların
ama hiçbir ülkenin kimliğini taşımadılar
Sarışındılar belki de esmer
yani birçok yüzün bileşkesi
Ne altın arayıcısıydılar
ne de aylak bir gezgin
Vurulup düşseler de her kuşatmada
serüvencidir onlar ve hiç ölmezler
Ki onlar hep yalnızdır ve her nasılsa
Bulurlar heder olmanın bir yolunu
Onlar ki bu dünyada
kahraman olmaya mahkumdurlar
Sislenen anılar kaldı bize onlardan
renkleri bozulup duran solgun anılar
Nasıl yazmalı ki silinip gitmesin
bulutlar gibi çekilmesin gök boşluğuna
Bileği güçlü ve gözüpek avcılar mıydı
onları kuşatıp yeryüzü cennetinden atan
Yoksa kendini tüketen hüzünler miydi
vurulup düştükçe ışığını karartan
O serüvenlerin günlüğü tutulmadı
yazılmadı o insanların destan şiiri
Parça parça ettirilseler bir kartala
(ki sanırım böyle oldu sonları)
Fışkırır yüreklerinden
başarısız ihtilallerin yangınları
AHMET TELLİ
şiirler belki sizlere uzun gelebilir ancak,eğer okursanız neden bu kadar kısa yazmıslar keşke biraz daha yazsalardı diye düşüneceğinizden eminim,alın bir tane daha
işin komiği 'gerektiği kadar iyi' nasıl yaşanır, onu da pek bilmiyorum
devamsızlığım çok hayatta
bir yıl düş'e dokunur gibi hiçbir şey yaşamıyorum, sonra, ertesi yıl bir gömülüyorum hayata ve aşk'a, kaldırabilene aşkolsun
nerede, nasıl, ne zaman, kiminle, ne kadar daha fazla mutlu olunur, bilmiyorum
olmadığım yerleri, yapmadığım şeyleri düşlüyorum bazen
bazen diyorum: 'cinsim başka olsaydı daha mı mutlu olurdum acaba'
dallıyorum günleri, bugünün ne içerdigine bakmadan, ertesi gün'e geçiyorum hemen
yaşayacaklarımı hep son ana bırakıyorum
kendimi çogunlukla yaşamayacak kadar yorgun hissediyorum
ne yasarsam yasayayım, gözüm hep öteki hayatlar'da kalıyor bazen
yaşamaya iyi konsantre olamıyorum
bence hayat, cinselliğin önemli bir parçası
bazılari çalıp-çırpıyor her şeyi, öteki hayatlar'dan otluyor hep bazıları
sevişince acıkıyorum
her sabah bir gün eksik uyanıyorum ömrümden
kafamdaki insan, olamıyorum
kendi ömrümdeymiş gibi rahat yaşayamıyorum
herkes ağzına kadar başkası dolu
içimde hiç kötülük yok.. bu çok kötü
depremle yaşamaya da alışabilirim.. tamam.. olur.. fakat bir şartla: beni öldürmeyeceğine söz verirse
ömrüm bir dönem çok açık kaldı, hayatıma kaç insan girdi hatırlamıyorum
aslında ileride çok mutlu olunacak sota yerler biliyorum
bazı sabahları dünya, çok zor alışıyor bana
orjinal bir kaç insan arıyorum
atsan atılmaz, satsan satılmaz bir yük gibi geliyor bazılarına hayat
tez'siz, antitez'siz, gel bana hipotez, hipotez
hayatta bir ağırlığım olsun diye, şişmanlıyorum
üçün biri'ni seçerken bile ikilem'e düşüyorum
yaşamak için sonsuz ideal bir yer var mı? ben bulamıyorum..
yaşamam gereken bir çok şey ve yaş, başka bir çok şey ve yaşları düşünürken geçip gidiyor
bazen çok geriden yaşıyorum
ömrüm son bulduğunda neleri yaşamış olayım.. neleri yaşamış olmalıyım.. bilmiyorum
bu benim ilk tecrübem dünyada
bütün güzel kızları, iyi oğlanları kapmışlar
bütün şahane mevzuları çok önceden konuşmuşlar
bütün güzel pozisyonları biz yokken sevişmişler
iyi bir ömür, hangi iyi bir ömürle kıyaslanabilir ki
kim olarak öleceğimi, ne olarak kalacağımı bilmiyorum
hayat, benden, zevk alıyor mu acaba bilmiyorum
tanrı veya doğa, beni böyle kullanarak ne yapmak istiyorlar, pek anlamıyorum
ancak yine de ömrümden geleni yapıyorum..
Nereye bu amansız koşu
zifiri karanlıklarda
tekrar tekrar döndüğüm yollar
bütün dehlizlerde ölüm uykusu
evlerde
sinmiş tenimize bir yanık kokusu
nereye uzun gitmelerinle ey sevgili
2
gök vurgun yemiş de bitirmiş kendini
bir avuç kanda boğulmuş deniz
dağlar dağlar
gelmeyecek mi benim çocukluğum
3
gülümse
ki kalbimin ilk yanılgısı olsun
müsterih uyuyabilsin çocuklar
unutulmuş o yastıklarda
o söz gibi büyülü
süreğen
4
bu sensin
sen
kaç gün ötelerden gelecektin
burda yüzyıl oldu
5
lambalar söndü..mumlar eridi
elinde güğümle çocuk
cansuyu verir toprağa
neler söyler aşka dair neler
duldasında kuşlar
6
de ki
nasıl sığacak şiire şimdi
delirmeye hazır bir şairin gözleri
denizin dibinde hiç görmez miyim kendimi
bulanık sulara bir da tül çekseniz
7
resimlemek isterim suretim seni ey
tebessüm et
acılı dur
hepsi birarada
8
değişen ne zaman ne mekan
bitmez bir oyundayız
yakınımdasın eleleyiz bir o kadar da uzak
gemiler gelse alıp götürseler bizi buralardan
bıkkın yolcularıyla bulutsuz gecede
Kan sığıntı bir uzuv benliğinde!
Gözyaşlarının akıbetiyle dipsiz uçurumlara sürüklenen
Soğuk ellerin,
Derine sarılı yaraların;
Dehlizlerinde karanlık sokakların vicdanını yaralayarak
Kanını tadarak bir endişenin!
Ruhuna sinerken ölümün kesif kokusu
Kalp ölüm,kalp dehliz; kalp,
Parmaklarında kan pıhtısı bir yüzük…
Sen yok olma dininin son müridi.Sen yitik!
Kanat çırpıntısı umutsuzluğunun…
Kırık bir cam tanesi,kalbinin avuç içlerine sıkışmış…
Sen yeminsiz vakanüvis.Sen kanımın en soğuk hücresi;
Bir yeminin sabrını tüketen son uğursuz yalan!
Son davetsiz misafiri taşlaşmış kalplerin.
Yaşama sığdırabildiğin son eksik cümle:
Şüphe tohumları apartman boşluklarında!
Sen gözyaşlarımın timsahı,
Şakaklarımda bir kum saati…
Sen kalbimin en soğuk cümlesi
Bir kelebeğinkiyle aldattığın o güz ömrün
Kanına karışırken ölümün.Ölüm,
Parmaklarında bir kan pıhtısı:
Pıhtı kalp,pıhtı kan; pıhtı dehliz!
Öylesine
Cüce bakışları varki bana acıların
Ne zaman damlası düşse biraz daha büyüyor
Biraz daha eriyorum dehlizinde
Hayli zaman oldu
Mutlu sözler duymayalı
Ben büyüdükçe onlar küçülmüş
Kendine sakla
Söyleme bana bitik sevinçleri
Küçülmek istemem
Bilmem hangi
Raflarda tozlandı gitti
Hayallerim umutlarım hülyalarım
Ağdalanmış sevgilerimle
Mühürlenmiş kavganın ortasında
Çepeçevre sarıldım kederim arttı
Benimle büyüyenlerle birlikte
Sükût-ü hayalin karanlıklarına çekiyorum
Küskün yüreğimi.
Çığlık çığlığa gecelerin nefret sinmiş dehlizlerinde
Isıtmaya çalışıyorum titreyen ellerimi…
Şehir içimde terk edilmiş gibi,
Gönlümün pencereleri yabancılara kapanmış
Dar ve rutubetli sokaklarda
Nisan yağmurlarından kalma toprak kokusu…
Kan kırmızı gözlerimin asilliğinden kalma
Erguvan sabahlar…
Yağmurlar kardelenlerin buz mavisi tenine ne zaman dokunsa
Gelincikler uzaklarda bir yerlerde allarını inatla açar.
Takvimlerden düşen ayrılık tarihleri ayaklarımın altında
Sayamadığım sensiz günlerin hesabı var / Satır aralarında.
Saman kâğıdının üzerinde özlem kokan güncelerin
belirli belirsiz gözyaşı döker
Nostalji kokan yalnızlığın duygusudur sevmelerin,
yargılı yargısız beni infaz eder…
Dudaklarımda serapsız çöllerin ıslaklığı,
Kum fırtınalarına gömülmüş sevdam, dumansız yangınlarda…
Oysa sevmek yanmaktı;
Gönüllerde yaşanan yangınlarda kül olmak ise mubahtı…
Acı dehlizinde kaybolmak bu olsa gerek
Böyle bir muhayyilede yaşamak
Kararsız kaldığın anlarda
Yüreğinin bir köşesine sığınıyorken
Dost ellerinden zehir badesi içmek
Öyle bir olay sanki
Bilinmez ki
Bilinse dost seçilmez,nafile üzülmek
An gelir, öyle bir an ki
Sevinçlisin öyle çok ki hem de
Sahra çölü gibi bulursun dünyayı
Her yan sevgisiz, susuz parçalanmış
Gövden sarsıntıyla uyanır
İçinde bulunduğu gafletten ve hasletten
Kırmızı kurdeleli bir paket sunulursa
Bir gün,
Sakın açma hemen
Ola ki, kalbinden vuracak hançerdir
Sevincin kursağına hapis oluverir işte
Ne demeli, sen uyurken
Çoktan idam kararı çıkmıştır
Hakkında
Yargısızca,dostane bir şekilde idam
Hayat, yalnızlık, köşe başları…
Suçun ne miydi?
Sadece sevmek belki de…
Adını Sen Koy
Kaderin zorlar seni istemediklerine
Diyemezsin merhaba her yeni güne
Giden sen değilsin sen zorla götürülen
Lanetler edemezsin sevdiğin güne.
Yağmur olur da bazen yağmak istersin
Çünkü umudusun sen kurumuş toprakların
Şimşekler çaktırıp da sevincini haykırırken
Lanetler edemezsin doğduğun güne.
Bir tomurcuk olup açmak istersin
Çiçeğinin kokusu hüzünler katar güne
Koklamak yetmez seni sever iken delice
Sen lanet edemezsin açtığın güne.
Ekim 2000
Hakan Şengün
uyanıldığında üflendiğin de boruya
kıyamet..
kimse birbirini tanımayacak
eller konuşup ayaklar şahit olacak
bir tek ben göreceğim seni
ellerin ayakların olacağım..söz…
s.y.
ya siyahsındır ya da beyaz
ya varsındır ya da yoksun
ya bilirsin ya da bilmez
hissetiğin değil
seçimindir yaşam
dokunduğun değil
var olandır gerçek
kapımda sevdan…
nasılda bakıyor gözlerimin içine
al beni içeri diye…
kaçırma gözlerini..
kaçırma ellerini…
yüreğim…kuş misali…
bir resme başlıyorum…
ilk çizgiler…
seninle sevdanın resmini çizeceğim…
yüreğime…
adı aşk olacak yaşadığımın …
bedelsiz engelsiz olacak…
mesafeler anlamsız olacak…
ben yüreğin de olacağım atacağım seninle…
istemesende olacağım…
tutki yaşanmadı, tutki bitmedi
uzaklarda değildim hep yanındaydım senin
gerçekleri yaşarken belki aptalca dürüstlük ettim
bir başkası değildin seviyorsak dedim
az çok sabır dedim beklemeden gidiyorsun
çevrene boyun mu eğdin oysa sen
ıssız bir ada gibi kaybolup gideceksin
tutki yaşanmadı, tutki bitmedi
ızdırapsız gün olmaz mı
hayat bu yaşanmalı
razı değilim ama bensiz mutluysan gitmelisin…
gözüm kapıda giriceksin içeri bir gün ansızın sessiz
kapım hep açık gözümde yaşlarla beklerim
28 saat
ve her gölge görmemde kalbimde bir kuş çırpınır
boş yere heves…
gittin yoksun artık anla bunu yüreğim
gelmicek artık
yok işte yok herşey rüyaydı uyan artık
al kendini ondan kopar ellerini ellerinden
söylem onun söylediği hiç bir şeyi
sus artık su yüreğim
ve git uzaklara
bırak beni artık yüreğim yoruldum
artık
nedensiz beklemekten
sessiz izlemekten
git artık bırak yüreğim beni
sadece yıldızlar…
m.eyes
Nicedir özlemişim
nicedir özlemişim
bu rüzgarı
hani doğu'dan eser
bahar akşamları
nicedir özlemişim
bir elma ağacının
dibine oturmayı
nicedir özlemişim
şoseleri,dağları
nicedir özlemişim
bir dosta sarılıp
ağlamayı
Ataol Behramoğlu
Bu Aşk Burada Biter
Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim
Yüreğimde bir çocuk cebimde bir revolver
Bu aşk burada biter iyi günler sevgilim
Ve ben çekip giderem bir nehir akıp gider
Bir hatıradır şimdi dalgın uyuyan şehir
Solarken albümlerde çocuklar ve askerler
Yüzün bir kır çiçeği gibi usulca söner
Uyku ve unutkanlık gittikçe derinleşir
Yan yana uzanırdık ve ıslaktı çimenler
Ne kadar güzeldin sen! nasıl eşsiz bir yazdı!
Bunu anlattılar hep, yani yiten bir aşkı
Geçerek bu dünyadan bütün ölü şairler
Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim
Yüreğimde bir çocuk cebimde bir revolver
Bu aşk burada biter iyi günler sevgilim
Ve ben çekip giderim bir nehir akıp gider
Ataol Behramoğlu
SAMAN SARISI
Vera Tulyakova'ya derin saygılarımla
I
Seher vaktı habersizce girdi gara ekspres
kar içindeydi
ben paltomun yakasını kaldırmış perondaydım
peronda benden başka da kimseler yoktu
durdu önümde yataklı vagonun pencerelerinden biri
perdesi aralıktı
genç bir kadın uyuyordu alacakaranlıkta alt ranzada
saçları saman sarısı kirpikleri mavi
kırmızı dolgun dudaklarıysa şımarık ve somurtkandı
üst ranzada uyuyanı göremedim
habersizce usulcacık çıktı gardan ekspres
bilmiyorum nerden gelip nereye gittiğini
baktım arkasından
üst ranzada ben uyuyorum
Varşova'da Biristol Oteli'nde
yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığım yoktu
oysa karyolam tahtaydı dardı
genç bir kadın uyuyor başka bir karyolada
saçları saman sarısı kirpikleri mavi
ak boynu uzundu yuvarlaktı
yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığı yoktu
oysa karyolası tahtaydı dardı
vakıt hızla ilerliyordu yaklaşıyorduk gece yarılarına
yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığımız yoktu
oysa karyolalar tahtaydı dardı
iniyorum merdivenleri dördüncü kattan
asansör bozulmuş yine
aynaların içinde iniyorum merdivenleri
belki yirmi yaşımdayım belki yüz yaşımdayım
vakıt hızla ilerliyordu yaklaşıyorduk gece yarılarına
üçüncü katta bir kapının ötesinde bir kadın gülüyor sağ elimde kederli
bir gül açıldı ağır ağır
Kübalı bir balerinle karşılaştım ikinci katta karlı pencerelerde
taze esmer bir yalaza gibi geçti alnımın üzerinden
şair Nikolas Gilyen Havana'ya döndü çoktan
yıllarca Avrupa ve Asya otellerinin hollerinde oturup içtikti yudum yu-
dum şehirlerimizin hasretini
iki şey var ancak ölümle unutulur
anamızın yüzüyle şehrimizin yüzü
kapıcı uğurladı beni gocuğu geceye batık
yürüdüm buz gibi esen yelin ve neonların içinde yürüdüm
vakıt hızla ilerliyordu yaklaşıyordum gece yarılarına
çıktılar önüme ansızın
oraları gündüz gibi aydınlıktı ama onları benden başka gören olmadı
bir mangaydılar
kısa konçlu çizmeleri pantolonları ceketleri
kolları kollarında gamalı haç işaretleri
elleri ellerinde otomatikleri vardı
omuzları miğferleri vardı ama başları yoktu
omuzlarıyla miğferlerinin arası boşluktu
hattâ yakaları boyunları vardı ama başları yoktu
ölümlerine ağlanmayan askerlerdendiler
yürüdük
korktukları hem de hayvanca korktukları belli
gözlerinden belli diyemem
başları yok ki gözleri olsun
korktukları hem de hayvanca korktukları belli
belli çizmelerinden
korku belli olur mu çizmelerden
oluyordu onlarınki
korkularından ateş etmeğe de başladılar artsız arasız
bütün yapılara bütün taşıt araçlarına bütün canlılara
her sese her kıvıltıya ateş ediyorlar
hattâ Şopen Sokağı'nda mavi balıklı bir afişe ateş ettiler
ama ne bir sıva parçası düşüyor ne bir cam kırılıyor
ve kurşun seslerini benden başka duyan yok
ölüler bir SS mangası da olsa ölüler öldüremez
ölüler dirilerek öldürür kurt olup elmanın içine girerek
ama korktukları hem de hayvanca korktukları belli
bu şehir öldürülmemiş miydi kendileri öldürülmeden önce
bu şehrin kemikleri birer birer kırılıp derisi yüzülmemiş miydi
derisinden kitap kabı yapılmamış mıydı yağından sabun saçlarından
sicim
ama işte duruyordu karşılarında gecenin ve buz gibi esen yelin içinde
sıcak bir fırancala gibi
vakıt hızla ilerliyordu yaklaşıyordum gece yarılarına
Belveder yolunda düşündüm Lehlileri
kahraman bir mazurka oynuyorlar tarihleri boyunca
Belveder yolunda düşündüm Lehlileri
bana ilk ve belki de son nişanımı bu sarayda verdiler
tören memuru açtı yaldızlı ak kapıyı
girdim büyük salona genç bir kadınla
saçları saman sarısı kirpikleri mavi
ortalıkta da ikimizden başka kimseler yoktu
bir de akvareller bir de incecik koltuklar kanapeler bebekevlerindeki
gibi
ve sen bundan dolayı
bir resimdin açık maviyle çizilmiş belki de bir taş bebektin
belki bir pırıltıydın düşümden damlamış sol mememin üstüne
uyuyordun alacakaranlıkta alt ranzada
ak boynun uzundu yuvarlaktı
yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığın yoktu
ve işte Kırakof şehrinde Kapris Barı
vakıt hızla ilerliyor gece yarılarına yaklaşıyoruz
ayrılık masanın üstündeydi kahve bardağınla limonatamın arasında
onu oraya sen koydun
bir taş kuyunun dibindeki suydu
bakıyorum eğilip
bir koca kişi gülümsüyor bir buluta belli belirsiz
sesleniyorum
seni yitirmiş geri dönüyor sesimin yankıları
ayrılık masanın üstündeydi cıgara paketinde
gözlüklü garson getirdi onu ama sen ısmarladın
kıvrılan bir dumandı gözlerinin içinde senin
cıgaranın ucunda senin
ve hoşça kal demeğe hazır olan avucunda
ayrılık masanın üstünde dirseğini dayadığın yerdeydi
aklından geçenlerdeydi ayrılık
benden gizlediklerinde gizlemediklerinde
ayrılık rahatlığındaydı senin
senin güvenindeydi bana
büyük korkundaydı ayrılık
birdenbire kapın açılır gibi sevdalanmak birilerine ansızın
oysa beni seviyorsun ama bunun farkında değilsin
ayrılık bunu farketmeyişindeydi senin
ayrılık kurtulmuştu yerçekiminden ağırlığı yoktu tüy gibiydi diyemem
tüyün de ağırlığı var ayrılığın ağırlığı yoktu ama kendisi vardı
vakıt hızla ilerliyor gece yarıları yaklaşıyor bize
yürüdük yıldızlara değen Ortaçağ duvarlarının karanlığında
vakıt hızla akıyordu geriye doğru
ayak seslerimizin yankıları sarı sıska köpekler gibi geliyordu
ardımızdan koşuyordu önümüze
Yagelon Üniversitesi'nde şeytan taşlara tırnaklarını batıra batıra dola-
şıyor
bozmağa çalışıyor Kopernik'in Araplardan kalma usturlabını
ve pazar yerinde bezzazlar çarşısının kemerleri altında rok end rol oy-
nuyor Katolik öğrencilerle
vakıt hızla ilerliyor gece yarılarına yaklaşıyoruz
vuruyor bulutlara kızıltısı Nova Huta'nın
orda köylerden gelen genç işçiler madenle birlikte ruhlarını da alev alev
döküyor yeni kalıplara
ve ruhların dökümü madenin dökümünden bin kere zordur
Meryem Ana kilisesinde çan kulesinde saat başlarını çalan borozan gece
yarısını çaldı
Ortaçağdan gelen çığlığı yükseldi
şehre yaklaşan düşmanı verdi haber
ve sustu gırtlağına saplanan okla ansızın
borazan iç rahatlığıyla öldü
ve ben yaklaşan düşmanı görüp de haber veremeden öldürülmenin acı-
sını düşündüm
vakıt hızla ilerliyor gece yarıları ışıklarını yeni söndürmüş bir vapur is-
kelesi gibi arkada kaldı
seher vaktı habersizce girdi gara ekspres
yağmurlar içindeydi Pırağ
bir gölün dibinde gümüş kakma bir sandıktı
kapağını açtım
içinde genç bir kadın uyuyor camdan kuşların arasında
saçları saman sarısı kirpikleri mavi
yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığı yoktu
kapadım kapağı yükledim sandığı yük vagonuna
habersizce usulcacık çıktı gardan ekspres
baktım arkasından kollarım iki yanıma sarkık
yağmurlar içindeydi Pırağ
sen yoksun
uyuyorsun alacakaranlıkta alt ranzada
üst ranza bomboş
sen yoksun
yeryüzünün en güzel şehirlerinden biri boşaldı
içinden elini çektiğin bir eldiven gibi boşaldı
söndü artık seni görmeyen aynalar nasıl sönerse
yitirilmiş akşamlar gibi Vıltava suyu akıyor köprülerin altından
sokaklar bomboş
bütün pencerelerde perdeler inik
tıramvaylar bomboş geçiyor
biletçileri vatmanları bile yok
kahveler bomboş
lokantalar barlar da öyle
vitrinler bomboş
ne kumaş ne kıristal ne et ne şarap
ne bir kitap ne bir şekerleme kutusu
ne bir karanfil
şehri duman gibi saran bu yalnızlığın içinde bir koca kişi yalnızlıkta on
kat artan ihtiyarlığın kederinden silkinmek için Lejyonerler Köprü-
sü'nden martılara ekmek atıyor
gereğinden genç yüreğinin kanına batırıp
her lokmayı
vakıtları yakalamak istiyorum
parmaklarımda kalıyor altın tozları hızlarının
yataklı vagonda bir kadın uyuyor alt ranzada
yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığı yoktu
saçları saman sarısı kirpikleri mavi
elleriyse gümüş şamdanlarda mumlardı
üst ranzada uyuyanı göremedim
ben değilim bir uyuyan varsa orda
belki de üst ranza boş
Moskova'ydı üst ranzadaki belki
duman basmış Leh toprağını
Birest'i de basmış
iki gündür uçaklar kalkıp inemiyor
ama tirenler gelip gidiyor bebekleri akmış gözlerin içinden geçiyorlar
Berlin'den beri kompartımanda bir başımayım
karlı ovaların güneşiyle uyandım ertesi sabah
yemekli vagonda kefir denen bir çeşit ayran içtim
garson kız tanıdı beni
iki piyesimi seyretmiş Moskova'da
garda genç bir kadın beni karşıladı
beli karınca belinden ince
saçları saman sarısı kirpikleri mavi
tuttum elinden yürüdük
yürüdük güneşin altında karları çıtırdata çıtırdata
o yıl erken gelmişti bahar
o günler Çobanyıldızına haber uçurulan günlerdi
Moskova bahtiyardı bahtiyardım bahtiyardık
yitirdim seni ansızın Mayakovski Alanı'nda yitirdim ansızın seni oysa
ansızın değil çünkü önce yitirdim avucumda elinin sıcaklığını
senin sonra elinin yumuşak ağırlığını yitirdim avucumda sonra
elini
ve ayrılık parmaklarımızın birbirine ilk değişinde başlamıştı çoktan
ama yine de ansızın yitirdim seni
alfalt denizlerinde otomobilleri durdurup baktım içlerine yoksun
bulvarlar karlı
seninkiler yok ayak izleri arasında
botlu iskarpinli çoraplı çıplak senin ayak izlerini birde tanırım
milisyonerlere sordum
görmediniz mi
eldivenlerini çıkarmışsa ellerini görmemek olmaz
elleri gümüş şamdanlarda mumlardır
milisyonerler büyük bir nezaketle karşılık veriyor
görmedik
İstanbul'da Sarayburnu akıntısını çıkıyor bir romorkör ardında üç mavna
gak gak ediyor da vak vak ediyor da martı kuşları
seslendim mavnalara Kızıl Meydan'dan romorkörün kaptanına seslene-
medim çünkü makinası öyle gümbürdüyordu ki sesimi duyamaz-
dı yorgundu da kaptan ceketinin düğmeleri de kopuktu
seslendim mavnalara Kızıl Meydan'dan
görmedik
girdim giriyorum Moskova'nın bütün sokaklarında bütün kuyruklara
ve yalnız kadınlara soruyorum
yün başörtülü güler yüzlü sabırlı sessiz kocakarılar
al yanaklı kopça burunlu tazeler şapkaları yeşil kadife
ve genç kızlar tertemiz sımsıkı gayetle de şık
belki korkunç kocakarılar bezgin tazeler şapşal kızlar da var ama onlar-
dan bana ne
güzeli kadın milleti erkeklerden önce görür ve unutmaz
görmediniz mi
saçları saman sarısı kirpikleri mavi
kara paltosunun yakası ak ve sedef düğmeleri kocaman
Pırağ'da aldı
görmedik
vakıtlarla yarışıyorum bir onlar öne geçiyor bir ben
onlar öne geçince ufalan kırmızı ışıklarını görmez olacağım diye ödüm
kopuyor
ben öne geçtim mi ışıldakları gölgemi düşürüyor yola gölgem koşuyor
önümde gölgemi yitireceğim diye de bir telaştır alıyor beni
tiyatrolara konserlere sinemalara giriyorum
Bolşoy'a girmedim bu gece oynanan operayı sevmezsin
Kalamış'ta Balıkçının Meyhanesine girdim ve Sait Faik'le tatlı tatlı konu-
şuyorduk ben hapisten çıkalı bir ay olmuştu onun karaciğeri san-
cılar içindeydi ve dünya güzeldi
lokantalara giriyorum estırat orkestraları yani cazları ünlülerin
sırmalı kapıcılara bahşişsever dalgın garsonlara
gardroptakilere ve bizim mahalle bekçisine soruyorum
görmedik
çaldı gece yarısını Stırasnoy Manastırı'nın saat kulesi
oysa manastır da kule de yıkıldı çoktan
yapılıyor şehrin en büyük sineması oralarda
oralarda on dokuz yaşıma rastladım
birbirimizi birde tanıdık
oysa birbirimizin yüzünü görmüşlüğümüz yoktu fotoğraflarımızı bile
ama yine de birbirimizi birde tanıdık şaşmadık el sıkışmak istedik
ama ellerimiz birbirine dokunamıyor aramızda kırk yıllık zaman duruyor
uçsuz bucaksız donmuş duruyor bir kuzey denizidir
ve Stırasnoy Alanı'na şimdi Puşkin Alanı kar yağmağa başladı
üşüyorum hele ellerim ayaklarım
oysa yün çoraplıyım da kunduralarımla eldivenlerim kürklü
çorapsız olan oydu bezle sarmış postallarında ayaklarını elleri çıplak
ağzında ham bir elmanın tadı dünya
on dördünde bir kız memesi sertliği avuçlarındaki
gözünde türkülerin boyu kilometre kilometre ölümün boyu bir karış
ve haberi yok başına geleceklerin hiçbirinden
onun başına gelecekleri bir ben biliyorum
çünkü inandım onun bütün inandıklarına
sevdim seveceği bütün kadınları
yazdım yazacağı bütün şiirleri
yattım yatacağı bütün hapislerde
geçtim geçeceği bütün şehirlerden
hastalandım bütün hastalıklarıyla
bütün uykularını uyudum gördüm göreceği bütün düşleri
bütün yitireceklerini yitirdim
saçları saman sarısı kirpikleri mavi
kara paltosunun yakası ak ve sedef düğmeleri koskocaman
görmedim
II
On dokuz yaşım Beyazıt Meydanı'ndan geçiyor çıkıyor Kızıl Meydan'a
Konkord'a iniyor Abidin'e rastlıyorum da meydanlardan konuşu-
yoruz
evveli gün Gagarin en büyük meydanı dolaşıp döndü Titof da dolaşıp
dönecek hem de on yedi buçuk kere dolanacak ama daha bun-
dan haberim yok
meydanlarla yapılardan konuşuyoruz Abidin'le tavan arasındaki otel
odamda
Sen ırmağı da akıyor Notr Dam'ın iki yanından
ben geceleyin penceremden bir ay dilimiymiş gibi görüyorum Sen ırma-
ğını rıhtımında yıldızların
bir de genç bir kadın uyuyor tavan arasındaki odamda Paris damlarının
bacalarına karışmış
yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığı yoktu
saman sarısı saçları bigudili mavi kirpikleriyse yüzünde bulut
çekirdekteki meydanla çekirdekteki yapıdan konuşuyoruz Abidin'le
meydanda fırdönen Celâlettin'den konuşuyoruz
Abidin uçsuz bucaksız hızın renklerini döktürüyor
ben renkleri yemiş gibi yerim
ve Matis bir manavdır kosmos yemişleri satar
bizim Abidin de öyle Avni de Levni de
mikroskobun ve füze lumbuzlarının gördüğü yapılar meydanlar renkler
ve şairleri ressamları çalgıcıları onların
hamlenin resmini yapıyor Abidin yüz elliye altmışın meydanlığında
suda balıkları nasıl görüp suda balıkları nasıl avlayabilirsem öyle görüp
öyle avlayabilirim kıvıl kıvıl akan vakıtları tuvalinde Abidin'in
Sen ırmağı da bir ay dilimi gibi
genç bir kadın uyuyor ay diliminin üstünde
onu kaç kere yitirip kaç kere buldum daha kaç kere yitirip kaç kere
bulacağım
işte böyle işte böyle kızım düşürdüm ömrümün bir parçasını Sen ırma-
ğına Sen Mişel Köprüsü'nden
ömrümün bir parçası Mösyö Düpon'un oltasına takılacak bir sabah çise-
lerken aydınlık
Mösyö Düpon çekip çıkaracak onu sudan Paris'in mavi suretiyle birlikte
ve hiçbir şeye benzetemiyecek ömrümün bir parçasını ne balığa
ne pabuç eskisine
atacak onu Mösyö Düpon gerisin geriye Paris'in suretiyle birlikte suret
eski yerinde kalacak
Sen ırmağıyla akacak ömrümün bir parçası büyük mezarlığına ırmakla-
rın
damarlarımda akan kanın hışırtısıyla uyandım
parmaklarımın ağırlığı yok
parmaklarım ellerimle ayaklarımdan kopup havalanacaklar salına salına
dönecekler başımın üstünde
sağım yok solum yok yukarım aşağım yok
Abidin'e söylemeli de resmini yapsın Beyazıt Meydanı'nda şehit düşenin
ve Gagarin Yoldaşın ve daha adını sanını kaşını gözünü bilmedi-
ğimiz Titof Yoldaşın ve ondan sonrakilerin ve tavan arasında ya-
tan genç kadının
Küba'dan döndüm bu sabah
Küba meydanında altı milyon kişi akı karası sarısı melezi ışıklı bir çekir-
dek dikiyor çekirdeklerin çekirdeğini güle oynaya
sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin
işin kolayına kaçmadan ama
gül yanaklı bebesini emziren melek yüzlü anneciğin resmini değil
ne de ak örtüde elmaların
ne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolanan kırmızı balığın-
kini
sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin
1961 yazı ortalarındaki Küba'nın resmini yapabilir misin
çok şükür çok şükür bugünü de gördüm ölsem de gam yemem gayrının
resmini yapabilir misin üstat
yazık yazık Havana'da bu sabah doğmak varmışın resmini yapabilir mi-
sin
bir el gördüm Havana'nın 150 kilometre doğusunda deniz kıyısına yakın
bir duvarın üstünde bir el gördüm
ferah bir türküydü duvar
el okşuyordu duvarı
el altı aylıktı okşuyordu boynunu anasının
on yedi yaşındaydı el ve Mariya'nın memelerini okşuyordu avucu nasır
nasırdı ve Karayip denizi kokuyordu
yirmi yaşındaydı el ve okşuyordu boynunu altı aylık oğlunun
yirmi beş yaşındaydı el ve okşamayı unutmuştu çoktan
otuz yaşındaydı el ve Havana'nın 150 kilometre doğusunda deniz kıyı-
sında bir duvarın üstünde gördüm onu
okşuyordu duvarı
sen el resimleri yaparsın Abidin bizim ırgatların demircilerin ellerini
Kübalı balıkçı Nikolas'ın da elini yap karakalem
kooperatiften aldığı pırıl pırıl evinin duvarında okşamaya kavuşan ve
okşamayı bir daha yitirmeyecek Kübalı balıkçı Nikolas'ın elini
kocaman bir el
deniz kaplumbağası bir el
ferah bir duvarı okşayabildiğine inanamayan bir el
artık bütün sevinçlere inanan bir el
güneşli denizli kutsal bir el
Fidel'in sözleri gibi bereketli topraklarda şekerkamışı hızıyla fışkırıp ye-
şerip ballanan umutların eli
1961'de Küba'da çok renkli çok serin ağaçlar gibi evler ve çok rahat ev-
ler gibi ağaçlar diken ellerden biri
çelik dökmeğe hazırlanan ellerden biri
mitralyözü türküleştiren türküleri mitralyözleştiren el
yalansız hürriyetin eli
Fidel'in sıktığı el
ömrünün ilk kurşunkalemiyle ömrünün ilk kâadına hürriyet sözcüğünü
yazan el
hürriyet sözcüğünü söylerken sulanıyor ağızları Kübalıların balkutusu
bir karpuzu kesiyorlarmış gibi
ve gözleri parlıyor erkeklerinin
ve kızlarının eziliyor içi dokununca dudakları hürriyet sözcüğüne
ve koca kişileri en tatlı anılarını çekip kuyudan yudum yudum içiyor
mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin
hürriyet sözcüğünün resmini ama yalansızının
akşam oluyor Paris'te
Notr Dam turuncu bir lamba gibi yanıp söndü ve Paris'in bütün eski ye-
ni taşları turuncu bir lamba gibi yanıp söndü
bizim zanaatları düşünüyorum şiirciliği resimciliği çalgıcılığı filân düşü-
nüyorum ve anlıyorum ki
bir ulu ırmak akıyor insan eli ilk mağaraya ilk bizonu çizdiğinden beri
sonra bütün çaylar yeni balıkları yeni su otları yeni tatlarıyla dökülüyor
onun içine ve kurumayan uçsuz bucaksız akan bir odur
Paris'te bir kestane ağacı olacak
Paris'in ilk kestanesi Paris kestanelerinin atası
İstanbul'dan gelip yerleşmiş Paris'e Boğaz sırtlarından
hâlâ sağ mıdır bilmem sağsa iki yüz yaşında filân olmalı
gidip elini öpmek isterdim
varıp gölgesinde yatsak isterdim bu kitabın kâadını yapanlar yazısını
dizenler nakışını basanlar bu kitabı dükkânında satanlar para
verip alanlar alıp da seyredenler bir de Abidin bir de ben bir de
bir saman sarısı belâsı, başımın.
Tiren, Varşova – Krakof – Pırağ
Moskova – Paris – Havana -Moskova
1961
N.Hikmet Ran
Hiç koşmuyor an
sanki hep saçlardan ayağa iniyor
ve o beden bana ait değil
dudaklarımın öptüğü
(silinsin aklımın tutanakları)
Soyununca gün çırılçıplak bir çiçek bedeni
gece yıldızlı giysi fotosentez
alıp götürecek nefessizliğe tabiat
sonra bir yaprak çağıracak ölüme
yeşil bir göğ renginde bulutlu hançer
çiğ kara…
Hiç koşmuyor an
sanki yorulacak zamansız duruşunda
ve inecek bana ait olmayan bir bedenin
saçlarından ayağına
dudaklarımın öptüğü fısıltı seslenecek
karanlığın parmak izleri sarmalarken bedenimi
ölüm çağıracak yeşil bir ırmak içinden sonra
yosunlu bir taş ağır hançer
su kara…
s.y.
28,05,2006 02,16
Yan
asıl demiri döğen su…
İçine sığdığın elbisenin ruhunu gösteren astarı
saf-kan ve pamuk ipliğinin kırmızısı tutarken bedenini nefese
kes açlığını kendi içinde ölüme
makas ellerin…
Ne varsa hüsran eden henüz bulamadıklarını bile
yan
ki o vakit susacak dilleri aklının
seni yokluğa kaydeden…
Adın nereye yazılırsa orası ebedi susar…
s.y. 05,06,2006 00,06
böyle her akşam
Sakın gözlerin yollarda kalmasın
Rüzgâr dağıtmış olsa da saçlarını
Biliyorum için için yanıyor yüreğin
Yapayalnız değilsin herşeye rağmen
Çoktandır karşı karşıya kalmadın
Renkli akşam bulutlarıyla
Sonbahar dağlarda ateş yakmış
İnce ince tütüyor beyaz bir duman
Dökmüş söğütler yapraklarını sulara
Yol kenarında bir ağaç ben garibim
Bozkırın kuşları dağlarda soluk soluğa
Yoruldum gayet ağırlaştı kalbim
Şimdi tek başına yürüyen geceden uzakta
Memleketimin ışıklarını görüyorum
Biliyorum bir tanem can evimdeki yaram
Böyle her akşam yaklaşmasa bu hüzün
Bir Akdeniz sabahı gibi aydınlanır yüzün
Yağmur çiseler yapraklar camlara vurur
Görünür kavakların arasından
Pencereleri ardına kadar açık kulübemiz
Nereye götürür şimdi söylediğin ne varsa,ağzını?
çocukluğundan alıp dudağıma sürülü kırmızın
ve köşe taşları göz rengi duvarlarından sırtının izini…
Şimdi ölü gölgelerin karanlığa ayini
güneşin kanı dökülü saçlarından
öyle pervasız
yamalı mutluluğun oyuncağı halin dururken
nereye götürür seni sustuğun ağzın
Asma bahçelerinin kurumuş bahçıvanı çiçeklensin
makas makas bahar
kanadığınca ölmeyeceksin
(kırmızı krizantem)
Sadece adım uzak kalacak
dirildiğince…
(öyle kal)
31,06,2006 23,15
“Güneşli bir günde öleceğim
Bir bahar günü.
Yıldızlar olacak gökyüzünde
Şu tarladaki başaklar kadar
Sürü sürü
Yatağım yenilenecek
Karbeyaz çarşaflarla örtüneceğim
Sonra
Tanyeri ağarmaya başlarken henüz
İlk horozun ötüşüyle
Tarlaya yollanmadan daha ırgatlar
Kapım aralandığında ansızın
Sonsuz bir uykuda bulacaklar beni
Biliyorum
Falcı söyledi
Yıldızlı büyük kitabına bakıp…”
Böyle derdi babaannem
Yazın en kızgın sıcağında bir gün
Temmuzda bir gece yarısı
Kan ve barut kokusu içinde
Son kez
O gece yıldızlar vardı gökyüzünde
Kocaman bir ay
Ve güneş doğdu sabahleyin
Bir garip…
Yokluğun Adı: Sensizlik..!
– Sensiz kaldım bu ıssız kuyuda..
– Sesin hala kulaklarımda çınlıyor..
– O alaycı gülüşün hiç ama hiç aklımdan çıkmıyor..
– Keşke kör olsaydımda o gidişini göremeseydim..
– Sensizlik belki acı olan, yada sensizlik beni öldüren..
– Hiçbirşeyden emin olamıyorum sen gittiğinden beri..
– Ama emin olduğum tek bir şey var..
– Yokluğun Adı: Sensizlik..!
Aşkının bittiği yerde ben başlarım
Yarının ayak izlerini dünümde kaybetmişim aşkın. Aşk bilmez yürekler aşka tutunduğundan beri meteorolojisi bozuldu sevdaların, gök kubbesi yıkıldı hülyaların.Tüm şiddetli rüzgarları kendi safına çekip, en hazırlıksız anlarımda kopuveriyorum sıra dışı bakışlarınla.
Ben şaşkınım hep acemiyim sendeki hava akımlarına…
Sen esersin ben hızlanırım hüznümle…
Sen esersin ben seni titrerim yalnızlığın alevinde…
Yetmez…!!
Sen yağarsın gözlerimden; selden bir dağ, bir ova ve iki kent haritadan silinir.
Nice genç kızın masum katili olurum o vakit…
Görsen ne deliyim, bilsen ne doluyum düştüğüm bu boşlukta…
Ah… aşk denilen kuyunun dibi yokki nihayet bulsun…
Düşüşüm…
Batışım…
Boğuluşum…
Gitme demiştim sana…
Bitirme beni…
Bu hüznü bana yar eyleme…
Senin aşkının bittiği yerde ben başlarım…
Sende yok olmuşluklarım geri gelir…
Eskiden ben yoktum… Sen varsın derdim…
Sen gitsen de nasılsa içimdesin benim…
Senin bittiğin yerde, BEN BAŞLARIM….
Değişik
Başka türlü bir şey benim istediğim:
Ne ağaca benzer, ne de buluta.
Burası gibi değil gideceğim memleket
Denizi ayrı deniz,
Havası ayrı hava..
Bir başka yolculuk dalından düşmek yere
Yaşadığından uzun
Bir tatlı yolculuk dalından inmek yere
Ağacın yüksekliğince
Dalın yüksekliğince rüzgarda
ve bir yeni ömür
Vardığın çimen yeşilliğince
Nerde gördüklerim?
Nerde o beklediğim
Rengi başka
Tadı başka..
Can Yücel
Sevdim seni !
Can verip yollara düşecek kadar,
Kimsenin gücü yetmeyeceği kadar sevdim.
Uykularımızı paylaştık seninle,bir gece değil gecelerce uykusuz kaldık.
Aşkımız için zamansız sevdik birbirimizi,umarsız,çıkarsız,yalansız…
Dünyalara sığmayacak aşkımızı küçük yüreklerimize sığdırdık,
Ayrılıklarımızı yaşanmamış saydık,
Öyle ki hep birlikte olmalıydık.
Sözler verdik birbirimize tutamayacağımızı bile bile…
Sonra ayırdılar bizi;
Kimseler düşünmedi ! seni,beni,sevgimizi.
Sensiz hayat yoktu.
Söz vermiştim sana,sevdama söz…
Yaşayamazdım…bu sevdayı içime gömüp,seni bırakamazdım.
Aldırış etmedim kimseye ayrılmadım senden.
Sonra sen istemedin beni,sevdamın taşıyamayacağı sözler söyledin,bu aşkı hançerledin…sevdiğim ne yapar bile demedin,ama ben bıkmadım…
Şimdi ise ayrılığımızın en karasında kara sevda oldu sevdam.
Sen belki unuttun,ama ben unutmadım,unutamadım.
Yeniden başlamak için çok çabaladım,olmadı,nafile…
Sadece DÜŞLERİMDE KALDI SEVDAM…
Şimdi sen yaşıyorsun,beni öldürdün,yüreğinde bana ait bir iz bile yok.
Hatırla söz vermiştik sevdamıza,yaşadıkça bu aşkla beraber olacağımıza…
Yalanmış oysa…gittin hayatımdan ama sevdan hep benimle.
Bir gün üstümde çimenler bittiğinde bile sevdan yaşıyor olacak.
Beni umut kurşunuyla vurdun ! ama onu öldüremezsin…
Çünkü;sevdaya kurşun işlemez gülüm…
SESSİZLİK
söyle sessizliğim
yıllarıma bölsem seni
edermisin çocukluğum
yada
bakarken hayata penceresinden
bir tren yolculuğum
takılırken kafama düşünceler
bir yelkenliyle beliriverirdi sessizliğim
alargada düşüncelerime.
Ertekin Karakaya
SENI SEVIYORUM
sen benim herseyimsin!
kalbimdeki yaranin bir melhemisin!
SENI SEVIYORUM
hayatimin en güzel hediyesisin!
baska istegim yok herseyimsin!
SENI SEVIYORUM
bilki seni asla unutamam!
hayatimin biricigi sana doyamam!
SENI SEVIYORUM
sana bunlari saydigim yeter!
devam edersem yillar sürer!
SENI SEVIYORUM
BIRTANEM
sen! rüyalarimda bile beni rahat birakmayan!
gündüz veya aksam aklimdan cikmayan!
BIRTANEMSIN
renkler renksiz, yemekler tatsiz geliyor bana
sana tapiyorum anlasana
BIRTANEMSIN
seni her görüsümde heycanlaniyorum
ne diyecegimi unutuyorum bilmiyorum
BIRTANEMSIN
her gün camdan disariya bakiyorum
belkide onu görürüm diyorum
BIRTANEMSIN
uzaklarda olsan bile
seviyorum seni delicesine
BIRTANEMSIN
dünyalari verseler seni degismem
daha ne diyeyim bidenem
BIRTANEMSIN
BEN HAYATTA EN ÇOK BABAMI SEVDİM
Ben hayatta en çok babamı sevdim
Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocuk
Çarpı bacaklarıyla -ha düştü ha düşecek
Nasıl koşarsa ardından bir devin
O çapkın babamı ben öyle sevdim
Bilmezdi ki oturduğumuz semti
Geldi mi de gidici – hep , hep acele işi
Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi
Atlastan bakardım nereye gitti
Öyle öyle ezber ettim gurbeti
Sevinçten uçardım hasta oldum mu,
Kırkı geçerse ateş, çağırırlar İstanbul'a
Bi helallaşmak ister elbet , diğ'mi oğluyla!
Tifoyken başardım bu aşk oy'nunu,
Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu,
En son teftişine çıkana değin
Koştururken ardından o uçmaktaki devin,
Daha başka tür aşklar, geniş sevdalar için
Açıldı nefesim, fikrim, canevim
Hayatta ben en çok babamı sevdim.
Can Yücel
Ayrılık şiiri
Her satırı mendireğe dizili karabatağa benzeyen
bir mektup bırakarak
balıkçı koyundan
sisler içinde uzaklaşan kayık gibi
bir sabah usulca ayrıldın
koynumdan
Bütün yolcularını
boğaz köprüsünün çaldığı
araba vapurunun
boş seferleri
gibi yalnızca rüzgar
gezinir sensiz
yüreğimde
Durgun bir sudur aslında deniz
ki çocukların
acemi oltalarını denedikleri
kuytu bir iskelenin
tahtaları altına yazdığım
ayrılık şiirini okudukça
dalgalanır
Sunay Akın
Bir Martıyı Ağlattın Sen
bir martıyı ağlattın işte
bir çocuk garanti intihar eder artık
kütür kütür küfrediyor gece imanıma
bir yaprak kırılıp suya düşüyor
su yaralanıyor su kanıyor şelale!
ah nasıl titredim tensiz
bir piyanist büküldü sanki
kesişen ayrışık doğrular gibi
çarpışıverdim yüzünle. Yüzün
öyle düzgün suna bir elyazısı
yüzün yüzüme aksedince
yüzün ayna alnımda
yüzün uzun hüzünlü bir alınyazısı!
bitmemiş bir ömrün yalanısın
sen: kabuslarımın tabiri
çocukluğumun arta kalanısın!
öldüreceğim kendimi dudaklarınla
dudakların etle, şehvetle seferber
sen! bana inen son kutsal kitap
son fakir yatır
son aciz peygamber!
bir martıyı ağlattın işte
bir çocuk garanti intihar eder artık
Şair : Küçük İskender
ÖNÜNE GELENI DEGIL
ÖNÜNE GELENI DEGIL UGRUNA ÖLENI SEV…
SANA BAKANI DEGIL SANA TAPANI SEV…
YÜZÜNE GÜLENI DEGIL SENIN ICIN AGLAYANI SEV…
SIMDI UZAKLARDASIN
simdi uzaklardasin benimle degil…
ben ise yanlizim seninle degil…
adin kalbimde dilimde degil…
kalbim seninle benimle degil…
seni cok seviyorum elimde degil…
HAYAT
HAYATI ARADIM YILLAR BOYU…
ÖNCE DERINLIKLERINE INDIM, YANLISMISIM BULAMADIM!
DAHA SONRA GÖKTEKI YILDIZLARDA DOLASDIM, GECENIN BIR VAKTI, YINE ELIM BOS DÖNDÜM!
EN SONUNDA BULDUM HAYATI…
HAYAT SEVGIYDI…
SEVGI SENDIN…
AMA BEN SENSIZDIM!
GÖNÜL
gönül gel seninle karar verelim…
artik güzellere bakma ne olur…
bitsin artik senden gelen elemim…
o tatli sözlere akma ne olur…
sevdin bunca yildir söyle ne buldun?
her sevgi sözüne bir köle oldun…
sonunda ne oldu? aciyla doldun..
böyle sevgilere tapma ne lur…
istedinki bahar olsun her günün…
ölümden beterdi dünün bugünün…
bana hava atma kara kis önün…
günesli günlere bakma ne olur…
bel baglama ayse, fatma, hülyaya…
kafa yorma her gördügün rüyaya…
güvenme ha su yalanci dünyaya…
gel onun adini anma ne olur…
bazen sarhos oldun ictin siseden…
bazen gülümsedin, belki neseden…
o yürüyüp gitti baktin köseden…
bunlari kafana takma ne olur…
gel battali dinle artik yoruldun…
anliyorum seni, ona vuruldun…
yanmana gerek yok zaten kavruldun…
bin kere söz verdin, dönme ne olur
battal YABANGÜLÜ
Rıhtımda / Ümit Yaşar Oğuzcan
Bir beyaz gemiydi ayıran onları
Kadın güvertedeydi, adam rıhtımda
Şimdi unuttum yüzünü kadının
Adamın gözleri aklımda
Kana bulanmış bıçaklar gibi
Uzun kirpikleri ıslaktı
Adam dertli, adam darmadağın
Dokunsalar ağlayacaktı
Adam bitkindi, adam seviyordu
Kalan kederdi, giden gemiyse
Taş olduğu içindir dedim
Rıhtım taşları erimediyse
Derken bir düdük öttü ansızın
Bembeyaz gemi gitgide ufaldı
Korkunç yalnızlığıyla başbaşa
Rıhtımda bir adam kaldı
Sen öğrettin
Merakla beklediğim cevapları öğrettin sen
Hayatın sıradanlığının zincirlerini kırmayı öğrettin
Dedikodu olmayan sohbeti
Birilerini önemsemeyi öğrettin
Kafamı kurcalayan cevapları
Okuduğumda gülümseten yazıları
Sinirlendiğinde kıvılcımlar çakan bakışları sevmeyi öğrettin
Önemsenmeyi
Farklı görmeyi
Paylaşmayı özlemeyi
Ve birde
Yaşlı balıkçıya
Yada dükkanını açan Mehmet efendiye
Duvarda resimleri asılı eczacıya
Takılmayı öğrettin
Zeki dostları ve körüksüz arkadaşlıklara
Karşılık bulmayı öğrettin
Ertekin Karakaya
Otuzbeşime bastım geçen hafta…
İlk yarı bitti : Hayat:1 – Ben:0…!!!…
Ama belliydi böyle olacağı
Nicedir başlamıştı belirtiler:
Yolda çocuklar “Amca şu topu atıversene” diye seslendiklerinde
kuşkulanmıştım ilkin…
Sonra saçlarımdaki beyaz teller tescilledi
yarı yolun ufukta göründüğünü,
Baktım; lise fotoğraflarım sararmış,
sınıf arkadaşlarım yaşlanmış.
Eş dost sohbetlerinde
sağlık ve çocuk konuşulur olmuş,
seyahat ve aşk yerine…
Gök gibi gürlemeye alışkın müzik setimin ses düğmesini kısar olmuşum,
içimdeki uçurtmanın ipini çekercesine…
Bizim zamanımızda diye başlayan nutuklar atmaya başlamışım
mezuniyet törenlerinde,
-Hayret daha dün değil miydi benimkisi?-
Yıllar yılı dudak büktüğüm
“ölümden sonra hayat” masallarına
kulak kabartmaya başlamışım
gizliden gizliye…
İple çektiğim Haziranlara sırt çevirmişim.
Yaşamın orta sahasına girmişim, irkilmişim…
Ruhumun ikizleri yine çekiştiriyorlar kollarımdan;
Biri, “daha ne gördün ki” diyor yüzünde papatyalarla,
asıl şimdi başlıyorhayat !…
Bundan sonrası rahat!”
Lakin “Buydu görüp göreceğin” diye efkarlanıyor öteki…
ikinci yarı geçer hızla, yaşlanırsın zamanla…
Yaşı genç olanlar 35'e uzak durduklarını sanarak
“Sahi oldu mu o kadar? Hiç göstermiyorsun” tesellisindeler.
35'le çoktan tanış olanlarsa
“Hayata hoşgeldin” pankartlarıyla karşılamadalar…
İlk yarı sadece bir ısınmaymış meğer:
asıl ikinci yarıda anlaşılırmış tadı,
hayatın… kavganın… aşkın…Bense şaşkın…
devre arası bilançolarındayım
Son dönemde
kimbilir kaç kez eski anıları yaralı ele geçirdim,
belleğimin derinliklerinde?…
Kimbilir kaç kez kendime yakalandım,
kendimden kaçarken?…
Ve sustum vicdan sorgularında…
Aksi sedamla bile dertleşmedim.
Meğer ne yaman serüvenmiş hayat?
Bazen yediveren gülleri gibi bereketli…
Sanki hayat değil, Körfez Krizi mübarek:
Bir koyup, beş alıyorsun…
Yaşıyor, seviyor ve seviliyorsun…
Bazense kıtlıktan kırılıyor ortalık,
şaşıp kalıyorsun..
Oysa -herkes bilmezden gelse de-skoru belli oyunun:
30'larda dedeni ve nineni kaybediyorsun,
40'larda anneni ve babanı…
Ve 70'lerde kendini…
Şimdi devre arası, yolun yarısı…
Bugüne dek ancak tanıştık hayatla…
Ben ona kendimi tanıttım,
O bana kendini…
Göğsüme madalya gibi dizdim hatalarımı…
Zaferlerim onlar benim, olgunluğumun yapıtaşları…
Ve derin bir yara gibi sakladım başarılarımı…
Asansör çıkarken yukarı,
dönüp bakmadım bile aşağı…
Dönmesin diye başım…
Ben istikballe arkadaşım…
Ne var ki herşey yarım…
Hayat da yarım, sevdalar da…
Daha diyeti ödenmedi sevinçlerin…
İhanetlerin hesabı sorulmadı…
Nazım'ın dediği gibi
“Kopardım portakalı dalından ama,
kabuğu soyulmadı,
sevdalara doyulmadı…”
“Doydum diyen görmedim ki ben zaten…”
Lakin gel de zamana anlat bunu…
Sahi nedir bu telaş, bu kin?
Sanki ölüye can yetiştireceksin…
Baktım ikinci yarı kapıda…
ve hayatın ceza sahası yakın…
Doldurdum bir kara kutuya 35 yılın hesabını.
Acılar, sancılar bir çekmecede
sevdalar diğerinde…
Bir yerde hüzünler ve korkular,
bir üstte sevinçler ve zaferler…
Kat kat, dizi dizi dizdim kullanılmış takvimlerimi,
Sabırla kapattım kutuyu, sevgiyle mühürledim ağzını..İlk yarı bilançom o benim:
Yangında ilk kurtarılacak…
Kazada ilk açılacak…
Yarımlar tam olduğunda
kara kutuyu açıp bakanlar
teşhis koyacaklar halime…
“Çok mutlu olmuş, fazla yüksekten uçmuş zavallı” diyecekler
Ya da,
“Sebepsiz alçalmış… Bile bile vurmuş kendini dağlara!…”
Fakat kara kutu ancak bir kısmını söyleyecek hikayenin…
Kalanı benimle gelecek…
Dağların yamaçlarına savuracağım en mahrem hatalarımı…
Reyhanlar saklayacak sırlarımı…
Skoru bir tek Ege'nin suları bilecek…
Denize kavuşabilirse eğer içimdeki nehir…
>HAYAT : 0 – BEN: 1
Can Dündar
bu siiriler kendim yazdim
herkez hayatin anlamini arar hayati boyunca!!
bir kac kisi: hayat dinimiz en önemli sey! der
bazi kisilerde: hayat ask ve askin acisini cekmek! der
ama benim icinde: dinime duydugum ask ve beni sevmeyen kisinin ask acisi dir hayatin anlami
gökyüzüne bakinca,
miliyonlarca yildizlari görünce,
o kücük kücük isiklari!
kendini bu dünyada ufak hissedersin,
aynen yildizlar gibi!!!
ve onlar gibi yapayanliz
çok güzel olmuş tabi sen yazdıysan
evet ben yazdim uyku tutmamisdi óndan sonra bu siirler aklima geldi
cogu zaman siirlerimi böyle yazarim
anladım tekrar güzel olmuş
tesekürler
bişey degil :
karşılıklı ömrümüzden kısıp kattığımız
zaman,zamana benzetip gittiğin
ve gerisin geri ıraksatığın sen…
ve karşımda duruyor o anın donukluğu..
gün geçtikce
uzaklaşıyor iki nokta arası…
bir dosttan alıntı…
“hoş geldin ruhum görmedim seni”
bir fincan caydasın görebiliyorum seni.. sen heryerdesin belkide… sigaram da aldığım nefessin… gök yüzüne baktığımda kuşlarla sevişensin mavi boşlularda…
belki de yitirdiğim benzerimsin ruhum… hoş-gel dolu gel!anlat bana yaşadığın öyküleri..
ÜÇÜNCÜ ŞAHSIN ŞİİRİ
Gözlerin gözlerime değince
Felaketim olurdu, ağlardım
Beni sevmiyordun, bilirdim
Bir sevdiğin vardı, duyardım
Çöp gibi bir oğlan, ipince
Hayırsızın biriydi fikrimce
Ne vakit karşımda görsem
Öldüreceğimden korkardım
Felaketim olurdu, ağlardım
Ne vakit Maçka'dan geçsem
Limanda hep gemiler olurdu
Ağaçlar kuş gibi gülerdi
Sessizce bir cigara yakardın
Parmaklarımın ucunu yakardın
Kirpiklerini eğerdin, bakardın
Üşürdüm, içim ürperirdi
Felaketim olurdu, ağlardım
Akşamlar bir roman gibi biterdi
Jezabel kan içinde yatardı
Limandan bir gemi giderdi
Sen kalkıp ona giderdin
Benzin mum gibi giderdin
Sabaha kadar kalırdın
Hayırsızın biriydi fikrimce
Güldü mü cenazeye benzerdi
Hele seni kollarına aldı mı
Felaketim olurdu, ağlardım
ATTİLA İLHAN
Hep umutluydum,
Seni sisli bir sabahın ardından,
Mis kokan çimenlerin ve çiceklerin arasından
Gelisini gözleyeceğimi biliyordum
Bütün adak haklarımı senin uğruna harcadım
Ağacıma rengarenk kurdaLeler bağladım
sana öylesine inandım ki sadece seni bekledim
Dilimin varmadığı kelimeleri
Kafamda binlerce defa tekrarlayıp
Dünyanın en güzel sözLerini sana adadım
Sadece senin güzelliğine laik olan
SözcükLeri sana sakladım
Sanki artık hayal olmaktan çıkıyorsun
Bana her bir adım atışında
Usulca yüreğime bir yangın düşer
O yangının tek sebebi sen…
AYRILIK SEVDAYA DAHİL -1
görinen yıldız değil yir yir delinmişdür felek
gün yüzünün hasretiyle tir-i ahımdan benüm
necati
1.
açılmış sarmaşık gülleri
kokularıyla baygın
en görkemli saatinde yıldız alacasının
gizli bir yılan gibi yuvalanmış
içimde keder
uzak bir telefonda ağlayan
yağmurlu genç kadın..
ATTİLA İLHAN
Olmak Demiştin
hayat olmaktır demiştin
hayat sevmek ve olmaktır
demiştinki gündüz ölmek
gece ise doğmaktır
ölüm savmaktır sıranı sırası gelince
ölüm yaşam kuşunu kafesinden salmaktır
gözlerime öyle bakma demiştin
gözlerin ateşe dalmaktır
ne çıkar misk-u amber sacmasan etrafına
gülün karı solmaktır
değişir iklimler mesafeler seninle
ve hüzün sevdanla dolmaktır
bu beden her mihnete her belaya katlanır
lakin maksat ne olmaktır ne ölmektir ne solmaktır
maksat olmaksa demiştin
olmak onu bulmaktır
Süleyman Arif Emre
Susmayı Ögreniyor Yüreğim
Susuyorum…
Yine bir gece ve yine baş başayım kendimle, işte yine seni bulup
kaybettiğim yerdeyim.
İnsanın bir şeylere karar vermesi ne kadar zor; ya seni içime gömmeli
ya da artık içimden söküp atmalıyım. Ama her ne olursa olsun susmalıyım.
Hangisi daha zor, hangisi daha acı? Gerçekten gitmeli miydin, yoksa
kalıp yanımda savaşmalı mı?… Bir yol arıyorum kendime, bulduğum tüm
yollarsa sana çıkıyor
Kapanmalı artık gözlerim. Sonsuz bir karanlıkta tek başıma yürümeye
devam etmeliyim… Yürümeliyim ardıma bile bakmadan, yürümeliyim
parçalayıp değerleri ve sevgileri, yok ederek yaşadığım tüm zamanları…
Nasılda acımasız zaman. Nasıl da yüceltmiştim seni gözümde. Tutup kendi
ellerimle koymuştum en yükseğe, sonra keyifle izlemiştim yüceliğini.
Ama yine ben bitirmeliyim. Tutup kollarından indirmeliyim olduğun yerden.
Ya da seni ölene kadar yaşatmalıyım içimde….. Ne kadar zor bir
karar..
Bir yanım:Bir daha kimse, hiç kimse onun kadar çok sevilmeyecek,
derken, bir yanım sakin, sessiz…
Zaman geçiyor, acım dinmiyor. Kapanmıyor yaralarım.. Tükenirken ben,
aklımda bir tek sen… Görüyor musun, yine konuşuyorum ama sessizce.
Susmayı öğreniyor yüreğim..
Susuyorum…
Sevmek Vazgeçmekmiş
Yüreğimin Acımasından Korkmadım
Acımaz Dedim
Acısın, Acısada Senin İçin Değer Dedim
Sevmekten Korkmadım
Uğrunda Herşeyi Göze Alabilirim Dedim
Mutlu Olmak İstedim
Yanımda Ol
Hep Benimle Ol
Hep Benim Ol İstedim
Ama Olmuyormuş
Geçip Giden Zaman
Yıllar
Yollar
İnsanlar
Engel Oluyomuş
Yürek Acıyomuş İşte
Hemde Öyle Bi Acıyomus Ki
Sevmekten Korkuyomuş İnsan
Sevmek Kendini Ateşe Atmakmış
Değer Vermekmiş
Hasret Çekmekmiş
Fedakarlık Etmekmiş
Herşeyi Göze Almakmış
Ve En Önemlisi Sevginden
SEvdiginden Vazgeçmekmiş …
Son Mektup
Artık uğurlu sayım 13 değil. Kırmızı şarabı da hiç sevmezdim zaten. Turuncu, renklerin arasında en nefret ettiğim renktir. film seyretmek, zaman kaybından başka birşey olmadı benim için. Bol bol sigara içiyorum. saçlarımıda kestirdim.
Anlayacağın seni hayatım siliyorum. Şimdilik masa üstünü çöp sepetine atıyorum tek tek. Bir gün gelecek, çöp kutusunuda boşaltacağım ve seni en derinlere atacağım. Hayatımdan çıkacak, derinlerde bir yerlerde hatırlamak istemediğim diğer anılarımın arasındaki yerini alacaksın.
Bu yazı son.
Yazık ! Yaşarken ne de güzeldi herşey. Toparlanmak zaman aldı. Uykusuz geceler, ağlama krizleri, telefonda yalvarmalar, yemeden içmeden kesilmeler… Ödedim. Seni Sevmenin bedelini uzun bir süre ben ben olmayarak ödedim …
Ne için ? Sanırım ben imkansız aşklar için yaratılmışım. bir kez dahabir imkansız için, senin için kendimi harap ettim.
Sonuç ? hayatı bir kez daha ve kendime verdiğim sözü tutabilirisem son kez sıfırladım.
Her gün, her yaşanan ayrı bir tecrübe oldu benim için. İnsan Acılarla olgunlaşıyormuş ya. Ben sayende olgun bir insanım. Hayat ve insan görüşümü değiştirdin.
Aslında sanada teşekkür etmeliyim. Olgun yaşımda yaşadığım bu imkansızlık bana tahmin edemeyeceğin kadar çok şey ögretti. Sayende inanılmaz insanlar tanıdım. İnsanların inanılmaz olaylarına tanık oldum. Farklı bir dünya ve o dünyada benden, benim fikirlerimden, yaşayışımdan çok ayrı hayatlar yaşandığını, fikirler olduğunu gördüm. Bir insanın yaşarkende ölebileceğini, bir adım ötemde olan bir insanın aslında benim hayatımda olamayabileceğini öğrendim. Ve sevgilerin ölümsüz olmadığını …
İstemenin bir hiç olduğunu, hayatta bir şeyi istemekten daha önemli değerler olduğunu öğrendim. Kendimin ne kadar değerli olduğunu, sahip olduğum herşeyi, herkesi bir başkası için bir daha asla feda etmemem gerektiğini fark ettim.
Ben değişmemeliydim. Ben fedakarlık Etmemeliydim.Ben asla ağlamamalı, kaldıramıyacak insanlara hak ettiğinden fazla değer vermemeliydim. Aslında SEVMEMELİYDİM.
Beni Ben yapan değerlere sıkıca sarılmaya ve bir daha bir başkası için asla vazgeçmeyeceğime yemin ettigim benliğime geri döndüm. Seni bana aşık eden, yazılar yazdırtan benliğime.
Kısacası güzellik, ben kendimi affettim. Umarım Bir gün bana yaptıkların için seni de affedebilirim …
Babam ağlıyor…
Gecenin üçünde oturmuş ağlar
Görsem de elimden birşey gelmiyor
Elleri yüzünde maziye dalar
Yılların yorgunu babam ağlıyor
Hayatı boyunca yüzü gülmemiş
Yoksulluk içinde ömür tüketmiş
Murada ermemiş yüzü gülmemiş
Yılların yorgunu babam ağlıyor
Elinde sigara yakar söndürmez
Oturmuş köşeye kalkmayı bilmez
Yaş değil kan döker ses seda etmez
Yılların yorgunu babam ağlıyor
Eğer
O kadarda önemli değildir bırakıp gitmeler
arkasında doldurulması mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer..
Dayanılması o kadarda zor değildir büyük ayrılıklar bile
en güzel yerde başlatılsaydı eğer…
Utanılacak birşey değildir hırsızlık
çalınan birinin kalbiyse eğer…
O kadar da yürek burkmazdı alışılmış bir ses
hiç bir zaman duyulmasaydı eğer…
Su gibi akıp geçerdi hiç geçmeyecekmiş gibi duran zaman
beklemeye değecek olan sonunda gelecekse eğer…
O büyük, o görkemli son ölüm bile anlamını yitirirdi
yaşanılası herşey yaşanmış olsaydı eğer…
O kadarda çekilmez olmazdı yalnızlıklar
son umut ışığıda sönmüş olmasaydı eğer…
Bu kadarda ısıtmazdı belkide bahar güneşi
her kaybedişin ardından hayat yeniden başlamasaydı eğer…
Gerçekten boynunu bükmezdi papatyalar
ihanetten payını almasaydı eğer…
Seni Bende Unuttun
Bir akşamüstü bir rüzgâr yapıştı belime, içtik beraber.
Sarhoşluk daha çok acıtır dedi, gözleri yaşararak.
Önce inanmadım.
Sonra kudurdu, kudurdu.
Başım döndü, bağırdım…
“Sen, giderken gülüm izlerini silmeyi unuttun.
Sen, giderken bitanem, bende bıraktıklarını almayı unuttun.
Sen, giderken aşkım, sen hâlâ bendeydin.
Çalan bir müzik parçasının sözlerinde unuttun kendini.
Bir ağustos akşamında unuttun beni ve seni.
Süzülen damlaların sıcaklığında,
Sensiz bir gecenin sabahındaki hıçkırıklarda unuttun seni.
Terasda içilen bir bardak çayda
ya da bir bardak birada unuttun.
Bir mangal ateşinin sonrasında, yanmış közlerde unuttun.
Beyoğlu'nun o güzel sokaklarında,
O ıssız kalabalıkda unuttun kendini.
Söylenen yalanlarda, 'iyi ki varsın'larda unuttun seni ve beni.
Geceleri baktığımız o yıldızlarda unuttun bizi.
Bir daha birlikde çıkamayacağımız Yeniköydeki
çay bahcesinde, Papatya'da unuttun bizi.
Adını bir türlü koyamadığın
gelecekdeki güzel günlerimizde unuttun.
Beraber yakılan sigaralarda unuttun bizi.
Sen giderken bitanem,
SENİ BENDE UNUTTUN !!!.”
aşka dönüş
Dönebilmek o dönüşü olmayan yollardan
Sürekli bir aldanış bir daha bir daha
Hiç bitmeyecek gecelerden bir sabaha
Çıkabilmek ve sevmek durmadan usanmadan
Konuşmak konuşmak gözlerle fısıltılarla
Duymak büyülü sıcaklığını beyaz ellerin
Her geçen dakika var olduğunu anlamak için
Yaşamak arzu dolu dudaklarda, şarkılarla
Unutmak ne varsa kötülükten yana
İnmek sevilen gözlerin derinliğine
Öyle mutlu, öyle sarhoş, alabildiğine
Bin yıl içmek o sulardan kana kana
Her gün ona koşmak dağlardan tepelerden
Her yerde, her zaman onsuz edememek
O en tatlı hayal, en büyük gerçek
Anlarsın taşan o günlerden gecelerden
Sonra bir gün o bütün karanlıkları yırtasın gelir
Başını alıp gidesin gelir uzak denizlere
Artık her şey boş ve yalan sevdin ya bir kere
Her yerinden bir buğu halinde o yükselir
Sen yoksun artık anla yeryüzünde bir o var
Onun elleri var, gözleri, dudakları
Anlarsın tenin beslediği zaman toprakları
Ve hala seversin zaman bitinceye kadar
Yeniden var oluştur ya da bir başka türlü oluştur bu
Nice aldanmalardan sonra bir aşka dönüştür bu…
ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN
HÂYÂL
İnsan bu ya dalıp gidiyor engin deryalara…
Ve kendini arıyor yaşamın kıyısında !
Yıllar yılları kovalarken ve çırpınırken anılar,
Sessizliğinde kayboluyor gecenin zifiri karanlığında.
Lakin umut denilen ateş böceği;
Kendini hissettiriyor özlenen yokluğunda,
Gözler puslu,eller titrek ve baş öne eğik…
Nedir bu bitmez tükenmez esaret !
Yoksa benim mi bu yoklukta yankılanan feryat ?
Yoksa bir düşmü bu öylesine ufukta süzülen..
Peki nerde yanıtı olamayan sualler ?
Ve nerde o aşılmaz karlı dağlar…
Belki birgün konacak avuçlarımın arasına,
Bir kelebek kadar narin ve eşsiz;
Kanatlı yarınlar…
Anladım
Küçük bir çocuktum
Bir kız sevmeye başladım
Büyüdüğümü anladım
Gezdim dolaştım
Eylendim dostlarım oldu
Gençliği anladım
Evlendim çocuklarım oldu
Geçimderdi sardı
Hayatı anladım
Aşığım
Yağmur yağıyordu
Ben aşıktım
Hava karanlıktı
Üşüyordum
Yavaş yavaş
Yürümeye başladım
Sokaklar boştu
Ve ben hala aşıktım
Evlerden sesler geliyordu
Yağmur yavaşlamıştı
Sokaklar insan dolmuştu
Aramaya başladım
Bir kız gönlümü çalmıştı
Korkutucu bir şimşek çakmıştı
Parktaki kedi korkmuştu
Ben onu arıyordum
Yağmur yeniden başlamıştı
Artık yorulmuştum
Yavaşça kaldırıma oturdum
Yığılmışım
Sabah gözümü açtım
Karşımdaydı
Biraz bitkindim
Ama hala aşıktım
Ayrılık
Daha dün deyilmiydi
El ele gezmelerimiz
Pei bu elimdeki kadeh
Bu sıgara
–
Acaba
Anlam kazanır mı gül
Verilen el olmadıktan sonra
Peki bilir misin yalnızlığı
Soğuk odalarda
–
Yağmur ıslatsa ellerini
Tutabilir misin
Tutamadığın gözleri mi
Islatmadan
–
Yada öldürebilir misin beni
Kan akıtmadan
Siyah küçük gözlerinle
Canım Yanıyor
Bilmem ki
Garip bir şey bu ya
Aşk desem yok
Aşktan daha büyük
Biraz hasret var
Soğukluk
Yıllardan kalma
Ama bir görüş
Bir ateş bir bilsen
Ahh kohroldum
Bir daha nolur
Bir daha görsem
Ne çıkar
Çiçekler
Çiçekler
Rengarenk çiçekler
Küçük rengarenk çiçekler
Açtılar
İlkbahar geldi
Sevdiğim
Haberin olsun
–
Çiçekler
Sarımsı çiçekler
Küçük sarımsı çiçekler
Açtılar
Sonbahar geldi
Sevdiğim
Canın sağolsun
Ey Hayat
Bu gece bir başkayım
Bir başka yıldızlar
Gözlerinde
Bu sokaklar insanlar
Bu ben miyim acaba
Yoksa bir mayıs yağmuru
Uzaklarda
Nedir bilinmez
Bilinmez doğuşu güneşin
Bilinmez neden bu ayrılık
Neden ağlıyası yağmurlar
Belkide sevdadan
Peki sevdamıdır
Bu elimde tuttuğum
Izdıraplık
Of dünya yalan dünya
Bir türkü gibisin
Herşeyim sende
Sevdiğim saydığım
Can yoldaşım
Kanında Var
Alışılmışlığı bırak
Kır zincirlerini
Acıl dünyaya
Korkma
Kanında var
–
Yaratılmıştan
Yaratılmayanı yarat
Hayret ver dünyaya
Korkma
Kanında var
–
Anlat anlasınlar
Anlamak istemediklerini
Korkma
Onlar korksunlar
–
Korkma şanlı çocuk
Tarihin var destanlar var
Gerekirse
Bir tane daha var
Korkma
Kanında var
Sefil Ölüm
Sersefil ortadayım
İş bulamadım yine
Sıgaramda bitti
Başım ağrıyor
Susadım biraz
Soğuk hava
Çiğerlerimi dövüyor
Saat daha beş
Hava yeni ağarıyor
İnsanlar görüyorum
Koşuşturan
Hepsi bin dertli
Yavaşça yürüyorum
Hızlanıyorum
Hepsi bana bakıyor
Bağırışlar
Elveda diyorum
SENSİZLİK
Sensizlik çöker içime ansızın,
Dalar gözlerim uzaklara,
Sonra birden sen belirirsin karşımda;
Dudağında tatlı bir tebessüm,
Yüzünde masum bir eda,
Gözlerinde bir ışık…
Belkide benim ümit ışığım bu,
Kendimi onda bulurum sanki.
Bir bakış bir mana anlatıyor.
İyimi kötümü bilemiyorum.
Konuşmalar normal seyrinde,
Bana yoldan çıkmış gibi geliyor
Bildiğim tek bir şey var oda sensizlik.
…
Sonra birden irkilirim.
Artık rüya bitmiştir.
Yine seni bulamam hiçbiryerde.
Toparlamaya çalışırım kendimi.
çayımı yudumlarım,
Ama nafile;
Çay çoktan soğumuştur…
Şarkılarda inattır bana,
Sürekli ayrılık vardır her notasında,
Sanki bana nispet yaparcasına,
Bende onları yanıltmak için,
Senin aramanı beklemeye başlarım.
Saniyeler, dakikalar, saatler geçer,
Ama ne arayan vardır nede soran,
Sonra ben aramak isterim seni,
Ama inattır ya, vazgeçerim son anda.
…
Yatma vakti gelir,
Asıl dertler burada başlar,
Sanki bir işkencedir sensizlik.
Beynimi kemirir içinden çıkılmaz sorular.
Aradabirde sitem ederim sana,
Aramayacağım bir daha bitti, buraya kadar derim
Ama;öyle demiyor içim, dinmiyor figanım benim
Beni esir alıyor sanki,kalbim
Kalbime de kilit vuramam ya…
…
Ümitlerin tıkandığı noktada ben
Gönüllerin yandığı noktada ben
Aşıkların sevgilisi sen
Senin aşığın ben
Anlatamam halimi
Kelimeler yetmiyor
Sana kavuşmadıkça ey yar,
Dertlerim bitmiyor…
MUSTAFA SAKIN
Körüz Biz…
Ne varsa otu ot çiçeği çiçek yapan
Tanyerinden söken umut ışığı
Sizin olsun çekik gözlü kardeşlerim
Aydınlıklar sizin olsun körüz biz.
Bakmayın gözlerimizde yansıyan yıldızlara
Göremeyiz ateşböceklerini biz körüz
Çakıp sönen deniz fenerlerini uzak kıyılarda
Bir bulut ne zamandır üstümüzde
Yurt genişliğinde bir bulut kurşun ağırlığında
Nilüferler sularımızda açar mevsimsiz
Dolanır ayaklarımıza boğum boğum
Yapraklarında iri leş sinekleri uçuşa hazır
Göz göz oyulmuş gözlerimiz biz körüz
Göz çukurlarımızda radarlar fırıl fırıl döner
Körüz el yordamıyla yaşıyoruz bu yüzden
Yeni körler peydahlarız uyur uyanır
Ayak altında ezile dursun karınca sürüleri
Ezenlerle bir olmuş yaşıyoruz ne güzel
Çizme onlardan içindeki ayak bizden ne iyi
Körüz biz kör uçuşlara açmışız toprağımızı
Ha düştü ha düşecek çelik gagalardan
Mantar mantar açılan tohumlar sıcakta
Gözlerimizi bir pula satıp geçmişiz bir yana
Ölmesini bilenlere yüz çevirmemiz bundan
Körüz göz bebeklerimize mil çekilmiş mil
Acımasız bir namlu şakağımızda soğuk
Tetikte kendi parmağımız yabancının değil.
Benim Kardaslarım…
Dostum yok ya dostum, düşman arama!
Sağolası kardaşlarım var ya benim…
Melhem diye tuz ekerler yarama
Sağolası kardaşlarım var ya benim…
Menfaat çıkar olunca şu konu
Kimi kep'i attı kimi şifonu
Ali Cengiz olur oynar oyunu
Sağolası kardaşlarım var ya benim…
Dursun desen de duramaz yerinde
Kırk tilki var her birinin cebinde
Hesap günü gelir çatar birinde
Sağolası kardaşlarım var ya benim…
Huri melek sandığım masum yüzler
Kimi kuyum kazar, kimisi düzler
Ayışığı kadar kar etmez hiç sözler
Sağolası kardaşlarım var ya benim…
Böbürlenme Çağlari beş kardeşinle
Ne desen boş, ne desen boş nafile
Sağlığında tükürürler leşine
Sağolası kardaşlarım var ya benim…
Babadan oğula…
Eve dönmez bir akşam;
Ve gün yüzlü çocuğu,
Sorar: Nerede babam?
Bakarlar, oldu, bitti;
Gelir, derler çocuğa,
Baban attaya gitti.
Uzar gider bu atta;
Ve neler neler olmaz
Ve kimbilir ve hatta;
Bir mahşer gerisinde;
Babası döner bir gün,
Oğlunun derisinde…
GEL
GEL
SEN YOKSUN
BÜTÜN SOKAKLARINA KAR YAĞIYOR ÖMRÜMÜN.
NEFESİM,
ÜŞÜYEN BİR GELİNCİK AYAZI.
BÜTÜN GECELER AYSIZ
DURMADAN BİR EZGİ SAVRULUYOR DUDAKLARINDAN GECELERİN
HÜZNÜN UZAYAN SAÇLARINDA KİMSESİZLİĞİM KANIYOR
YAĞMALANMIŞ BİR ÖMRÜN ORTASINDAN SIZARAK
YARALI GÖNLÜMÜN IRMAKLARINA DOLUYOR.
GEL
HER GECE BİR DEPREM OLUYOR
EY ÇAĞLAYAN BİR SUDA YİTİRDİĞİM MENEKŞE GÖZLÜ
SESLEN BANA NERDESİN, HANGİ UZAK ŞEHİRDESİN
BİR RÜZGARIN KANATLARINA VURSAM DUYULUR MU SESİM
GELLL…..
Ben Orada Sen Burada
Ben orada öldüm en çok orada bilmezsin
Orada zaman buruşmuş bir eski resimdi
Orada sen yoktun, gözlerin belli belirsiz
Koptum oradan, bir kırık heykelim şimdi
Bir kolum derin denizlerde tek başına
Ayaklarım çöllerde kum tepelerinde gömülü
Alıp götürür saçlarımı bir soğuk rüzgâr
Ben orada öldüm, en çok orada bir başka türlü
Hiç bende değilsin, burada yoksun ki
Orada var mısın, ya da ben yok muyum
Tek değiliz seninle, bütün olmadık hiç
Şimdi nerdeyiz nasılız bilmiyorum
Orada akşamlar daha çok serin
Ben bu kadar değilim, bu kadar yıkık
Sarhoşum, kederliyim, yoksulum, sensizim
Orası sisler içinde orası karanlık.
Bensiz olduğun yerde değil mi en güzelsin
Bensiz olduğun yerde söyle şarkılarını aşkın
Bir mermeri al, yont, şekil ver ona benden
Bir günah işlercesine sessiz ve dalgın
En iyisi sen burada kal, hep burada
Ellerinle kal, dudaklarınla, gözlerinle
Tut ki bütün renkler senin mavi kırmızı
Burada her şey sen nasıl istersen öyle
Bir büyük ayna duvarlar çok büyük
Orayı düşünme hiç burada soyun
Utandır duvarları pencereleri, kapıları
İki yalnızız şimdi anlıyor musun
Var sandığın sen sen değilsin bir başkası
Benim anlasana benim o yok dediğin
Sabahları bir serin havayım içine dolan
Benim akşamları pencerende beklediğin
Hiçbir şey bilmiyorum, sen anlıyorsun
Senin bilmediklerini anladığım gibi
Güzel, parmaklarının değdiği bir şey
Sensizlikler içinde seninle olmak iyi
Orada bulutlar yağıyor paramparça
Orada ağlayan dağlardır göğe en yakın
Orada sen yoksun, orada bir şey yok
Orada kan ve ölüm, orada yangın
Ümit Yaşar Oğuzcan
Hiç bende değilsin, burada yoksun ki
Orada var mısın, ya da ben yok muyum
Tek değiliz seninle, bütün olmadık hiç
Şimdi nerdeyiz nasılız bilmiyorum
güzelmiş valla… :'(
BEN ÖÜRSEM
Ben ölürsem akşamüstü ölürüm
Şehre simsiyah bir kar yağar
Yollar kalbimle örtülür
Parmaklarımın arasından
Gecenin geldiğini görürüm
Ben ölürsem akşamüstü ölürüm
Çocuklar sinemaya gider
Yüzümü bir çiçeğe gömüp
Ağlamak gibi isterim
Derinden bir tren geçer
Ben ölürsem akşamüstü ölürüm
Alıp başımı gitmek isterim
Bir akşam bir kente girerim
Kayısı ağaçları arasından
Gidip denize bakarım
Bir tiyatro seyrederim
Ben ölürsem akşamüstü ölürüm
Uzaktan bir bulut geçer
Karanlık bir çocukluk bulutu
Gerçeküstücü bir ressam
Dünyayı değiştirmeye başlar
Kuş sesleri, haykırışlar
Denizin ve kırların
Rengi birbirine karışır
Sana bir şiir getiririm
Sözler rüyamdan fışkırır
Dünya bölümlere ayrılır
Birinde bir pazar sabahı
Birinde bir gökyüzü
Birinde sararmış yapraklar
Birinde bir adam
Her şeye yeniden başlar
:'( esra bu siir süperdi a :'(
cok beyendimmm
eeee tabi süper olcak ben yazdim ya oyüzden yani
Esracım gerçekten güzel bir şiir seçmişsin …Ataol Behramoğlunun en sevdiğim şiirlerinden biri …şiir sayfasının başında yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var adlı şiir de ataol behramoğlunun okumanı tavsiye ederim canım…..şiir sevmek hayatı sevmek insanları sevmek ve dahada önemlisi kendini sevmektir ….. şiir sevginiz hiç kaybolmasın…
LAVİNİA
Sana gitme demeyeceğim.
Üşüyorsun ceketimi al.
Günün en güzel saatleri bunlar.
Yanımda kal.
Sana gitme demeyeceğim.
Gene de sen bilirsin.
Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim,
İncinirsin.
Sana gitme demeyeceğim.
Ama gitme Lavinia.
Adını gizleyeceğim,
Sen de bilme Lavinia
ÖZDEMİR ASAF
Adimla Nasil Berabersem
hacet yok hatirlatmasina seni hatiralarin
bir dakika bile çikmiyorsun aklimdan
kosar gibi yürüyüsün
karanlikta bir isik gibi aydinlik gülüsün
hacet yok hatirlatmasina seni hatiralarin
uzak uzak yildizlarla çevrilmis kainatin
karanlik bosluklarinda akip giderken zaman
adimla nasil berabersem öylece beraberiz
seninle her saat seninle her dakika seninle her saniye
gönlümüz mutluluga inanmis olmanin gururuyla rahat
koltugumuzun altinda birer dinamit gibi kellemiz
ve sonra her zaman her ölümlüye
ayni sartlar altinda kismet olmiyan
gerçekleri görmenin aydinligi alinlarimizda
hacet yok hatirlatmasina seni hatiralarin
sen bana kalbim kadar elim kadar yakinsin
Attila Ilhan
Esracım gerçekten güzel bir şiir seçmişsin …Ataol Behramoğlunun en sevdiğim şiirlerinden biri …şiir sayfasının başında yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var adlı şiir de ataol behramoğlunun okumanı tavsiye ederim canım…..şiir sevmek hayatı sevmek insanları sevmek ve dahada önemlisi kendini sevmektir ….. şiir sevginiz hiç kaybolmasın…
tesekkür ederim ertekin amca insallah öbür siirleride okurum
Özgürlük adına
Özgürlük adına dökülürken kanımız,
Seccadesiz toprağa değdi alnımız,
Biz yürekten şahadetler getirdik.
Yükseldi seslerimiz arş-ı alaya,
Bir iken bin olduk, eksilmedi sayımız,
Yürüdüğümüz yolda yoktu riyamız
Ataların kanıyla boyandı bayrağımız
Dostluk, kardeşlik ve barış adına
Sadece özgürlüktü, sulh fermanımız
Vatan, ille de vatan dedik.
Huzur ve refah için, dağları deldik
Biz, bunalımlarla, gerilimlerle
Mücadelenin anaforundan geldik.
Gelmedik kimsenin oyununa
Koyulduk hürriyetin yoluna
Hain ve kalleş, diktaları deviren,
Harp çocuklarıyız.
Bağımsızlığımız adına
Canlarımız,
Ve dökülen kanlarımız adına,
Derinliğine istedik özgürlüğü.
Yurtta sulh, cihanda sulh dedik
Bizler…!
Bu amaç uğruna, çok canlar verdik.
Müsade Özdemir
çok süper bir şiirdir hatta şarkısıda war…
SESSİZ GEMİ
Artık demir alma günü gelmişse zamandan,
Meçhûle giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.
Rıhtımda kalanlar bu seyâhatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli,
Bîçare gönüller! Ne giden son gemidir bu!
Hicranlı hayâtın ne de son mâtemidir bu!
Dünyâda sevilmiş ve seven nâfile bekler;
Bilmez ki giden sevgililer dönmiyecekler.
Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden.
YAHYA KEMAL BEYATLI
Hepsi de çok güzel. Buyurun bir tane de benden…
ÜSKÜDAR'IN DOST IŞIKLARI
Ötmekte fecre karşı horozlar birer birer
Geçtikçe her dakika belirmektedir seher.
Bilmem kaçıncı fecri vatan toprağında, biz,
Görmekle şimdi bir yaşatan vecd içindeyiz.
Etrâfı okşuyor mayısın tâze rüzgârı;
Karşımda köhne Üsküdar'ın dost ışıkları…
Kimlersiniz? Ya bağrı yanık kimselersiniz!
Yâhut da her sabâh uyanık kimselersiniz!
Dünya yüzünde, bir sefer olsun, tanışmadan,
Öz çehrenizle sizleri görmekteyim bu an.
Sizlersiniz bu ân'ı ışıklarla Türk eden!
Eksilmesin şu mutlu şafaklar bu ülkeden!
Gönlüm, dilim, kanım ve mizâcımla sizden'im
Dünyâ ve âhirette vatandaşlarım benim.
Yahya Kemal BEYATLI
LAVİNİA
Sana gitme demeyeceğim.
Üşüyorsun ceketimi al.
Günün en güzel saatleri bunlar.
Yanımda kal.
Sana gitme demeyeceğim.
Gene de sen bilirsin.
Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim,
İncinirsin.
Sana gitme demeyeceğim,
Ama gitme, Lavinia.
Adını gizleyeceğim
Sen de bilme, Lavinia.
ÖZDEMİR ASAF
huzur içinde gözlerim yolda
onu bekliyorum
yağmura yada rüzgara aldırmıyorum
zamana yada kadere isyan etmiyorum bana ait olan bana gelecek
bunu biliyorum
aslında hepsi yalan
sadece kendimi kandırıyorum!!!!!!!
aşk bir çağlayandır
çıktığı yer kalp
döküldüğü yer dudaktır
sevilen kalbe verilen en kötü ceza
UNUTULMAKTIR!!!
bir gün denizler toprak
gündüz karanlık
gece aydınlık
yıldızlar parlamaz hale gelirse
o zman anlaki;
seni artık sevmniyorum:!!!!!
mutluluğun gökyüzünden dökülen
bahar yapmurları kadar bol olsun
o kadar mutlu olki
gözlerindeki mutluluk ışığı
mutluluğu arayanlara umut ışığı olsun!!!!
üç tane gül
beyazı ikimizin
kırmızı senin
sarısı benim
beni unutursan kırmızı solsun
seni unutursam sarısı solsuun
eğer seni sevmekten vazgeçersem
beyaz gül kefenim olsun:!!!!!
MAHKEME
Suçlu=Sen ve Ben
Suç=Sevmek
Davacı=Aşkımız
Avukat=Dudaklarımız
Savcı=Kalbimiz
Şahit=Gözlerimiz
Hakikat=Sevmek ver SevilmeK
İLK DEFA GÖZLERİME SEN BAKTIN
BÖYLE SEVGİ DOLU BÖLE MANALI
İLK DEFA ELLERİMİ SEN TUTTUN
BÖYLE MASUM BÖLE MANALI!!!!
MERHABA!!HÜZÜN ODASI
BEN DUYGU GEMİSİ
GECENİN İLK IŞIKLARIYLA
DEMİR ATTIM KIYILARINA
YÜKÜM MUTLULUK
HADİ UYAN AÇ GÖZLERİNİ
BAK NE DİYOR GEMİDEKİ SES
/SENİ ÖZLEDİM /
BİRAZ BURUK DUYGU YÜKLENİYORSA YÜREĞİNE
ZAMAN ZAMAN GÖZLERİN DALIYORSA UZAKLARA
KULAKLARIN DELİ GİBİ ÇINLIYORSA
BİLKİ UZAKLARDA SENİ ÖZLEYEN BİRİ VAR:!!!
SANA ŞARAP VERİYORUM
İÇ AMA SARHOŞ OLMA
SANA BİR GÜL VERİYORUM
KOKLA AMA SOLDURMA
SANA KALBİMİ VERİYORUM
SEV AMA ALDATMA!!!!!
KALPTE YARA GÖZDE AŞK HAYAT BUDUR ARKADAŞ
herkesin şiirleri çok güzel ayrıca paylaşım için teşekküürler
bncede çok güzelmiş hele sevipte bklemk……….yada o yanında yokken bile onu yaşamak ah ah!!!!
çok güzel şiirler
ama arkadaşlar lütfen her yazı için yeni bir sayfa açmayalım..
zaten konu ilgili bölümler açılmış durumda…
teşekkür ederim
kusura bakmayın sitelerle ilgili pek bişe bilmedigim için öl yaptım
ama bidahakine dikkat ederim!!!!
tamam tşk.ler
bişe degil
yol kenarlarındaki yağmur mazgallarını
kumbara sanıp haçrlığımı atardım
bu yüzden en çok
denizden alacaklıyım
yoksul bir çocuk görsem
yağmur altında üşüyen
köprü olmak geçer
hiç değilse içimden
sexy_back sakıncalı nick kullanımından dolayı kaydın silinmiştir..
elveda
hadi gel,
yoksa kaybolacağım karanlıklarda
belki sisli bir kış gecesi
belki hüzünlü bir sonbahar akşamı
cesedimi bulacaklar çamurlar arasında
gelip sonra haber verecekler
şaşıracaksın!….
bir elinde resmin bir elinde silahı vardı diyecekler
inanmayacaksın!….
kalkıp geleceksin sonra bana
cesedimi görünce taş kesileceksin
senin içim neler çektiğimi bir bir anlayacaksın
tutup ellerimi affet diyeceksin
'AFFET BENİ'
seni çoktan affettiğimi bilmeyeceksin
eğilim sarılacaksın soğuk vücuduma
işte o an bir fısıltı duyacaksın dudaklarımdan
'ELVEDA'
güneşin batışını izlerken seni özlüyorum
yağmurun yağışını dünlerken sesini duyuyorum
ıssız kaldırımda dolaşırken seni düşünüyorum
bebeğim seni çok özlüyorum
Giderken (Çukur)
Bilerek mi yanina
almadin giderken
basinin yastikta
biraktigi
cukuru
Guveniyordum
oysa ben sevgimize
vapur iskelesi
ya da tren istasyonundaki
saatin dogrulugu kadar
Beni senin gibi
bir de annem terketmişti
ki gobegimde durur
onun yoklugundan
bana kalan
cukur
Sunay Akın
Susma
Susma,
Sen sustun diye bozuldu büyü;
Dağıldı periler, yıkıldı Kaf,
Anka öldü.
Sen sustun,
Derinleşen bir kuyudur
Şimdi içimde zaman.
Yiter dibinde uyku,
Yiter rüya,
Yiter benim Yusufluğum.
Ah, kırılır çıkrığı bu kuyunun,
El atmaz kimse,
Çürür çöl ortasında, çürür…
Bulamaz beni hiçbir bezirgân.
Çünkü sen sustun diye durdu
Heybesinde umut taşıyan kervan.
Susma, susarsan
Kim çıkarır beni bu dipsiz kuyudan?
Ey saçlarında aydınlık,
Ninnilerinde yağmur saklayan!
Asi saçlarımı okşa dizinde,
Dokun bir yangın yeri alnıma ellerinle
-Göğümde gezinen buluttur ellerin.
Parmaklarının arasında büyür
Toprağa can veren yağmurlar.
Dokunduğun yerden günah silinir,
Baktığın yerden karanlık-
Ve çöz masal yumağını üstüme,
Çekip al beni bu karanlıktan.
Ben ki
Kundakta susuz bir İsmail’im;
Sen susunca kızgın çöldür beşiğim.
Bir yanım Merve, bir yanım Safa,
Dönünceye kadar İbrahim,
Koş Hacer, koş
Yüreğini koparıp yerinden
Yedi defa,
Yetmiş defa,
Yetmiş bin defa…
Kızgın kumlar arasında
Bir damla su ara.
Sen sustun,
Sustu ninni, masal sustu…
Ey rüyaları çalan haramiler!
Alın gözlerimdeki buğuyu,
Kerpiç bir damın bacasında tüten
Alın, ekmek kokusunun hazzını.
Alın çıkınımda ne varsa:
Çizmelerimde sakladığım hıçkırığı,
Çakıma sürülen söğüt suyunu…
Nasılsa,
Koptu elimden annenin saçları,
Zamanın ipi koptu.
Gök mavi olmayacak artık,
Nasılsa yağmura küstü nisan,
Çiçekler kanmayacak bahara.
Geri dönmeyecek bir daha,
Geri dönmeyecek;
Son sefere çıktı göçmen kuşlar.
Sustu masal,
Ah, bir Şehrazat kadar bile
Yer tutmuyor insan.
Veysi Atıcı
SENDE BİLİRSİN
Bir hata edipte sevmişim meğer
Zalimsin aşkıma vermedin değer
Vicdanın sızlayıp seversen eğer
Çok geç kaldığını sende bilirsin
Taşsız bir mecarda bulunca beni
Boşuna ağlayıp üzme kendini
Bağırma ruhum duysada sesini
Ölülüer konuşamaz sende bilirsin
Hüzün kaplasada taştan kalbini
Katilsin öldürdün seven birini
Allah 'a yalvarıp açma elini
Kötüler af olmaz sende bilirsin
Bir gün aşklar biter hatıralar kalır
Kimi seversen sev beni hatırlatır
Sonra bir başkası yerimi alır
Gelen gideni hep aratır!!!!!!
sexy_back sakıncalı nick kullanımından dolayı kaydın silinmiştir..
vay bee…
nicki sakıncalı diye kayıt siliniyo…
ne disiplinli siteymiş ! ! !
ama bence bravo yaniiii