Kim Kimdir?

  • Bu konu 4 yanıt içerir, 5 izleyen vardır ve en son 18 yıl önce Eren Kıyan tarafından güncellenmiştir.
4 yanıt dizini görüntüleniyor
  • Yazar
    Yazılar
    • #43195
      gurkansinel
      Katılımcı

      Hazerfen Ahmet Çelebi

      Türk Bilgini.
      17. Yüzyılda yaşadı ,  Doğum yeri bilinmiyor. Cezayirde sürgünde öldü.
      Kanat takarak uçmayı başaran ilk Türk

      Ahmet Çelebi , uçabileceklerine inanıyor , bunun için de bir araç yapmaya çalışıyordu. Araştırma ve tecrübelerine evinde başlayan bilgin , daha önce birçok uçuş denemesi yapanve bu uğurda hayatını kaybeden Türk bilgini İsmail Cevheri'nin izinde yürüdü. Evliya Çelebi'nin anlattığına göre , kartal kanatlarıyla yaptığı birkaç uçuş denemesinden sonra Ahmet Efendi , kanat takarak , İstanbul halkının gözleri Galata kulesinden Üsküdar'da Doğancılara kadar uçtu. Bilginin uçuşunu büyük bir halk kitlesiyle birlikte Dördüncü Murat da seyretmişti . Uçuş tasarısını gerçekleştirmesinden sonra Ahmet Çelebi , halk arasında “bin şey bilen” anlamına gelen “Hazerfen” diye anılmaya başlandı . Padişah da kendisine bir kese altın verdi , fakat bilgisinden ve başarısından ürküp onu Cezayir'e sürdü .

      194432fx.th.jpg

    • #46840
      PINAR AKSU
      Katılımcı

      İbn-i Sina; Felsefe, matematik, astronomi, fizik, kimya, tıp ve müzik gibi bilgi ve becerinin muhtelif alanlarında seçkinleşmiş İslam filozofu (980-1037).

      Aristotelesçi felsefe anlayışını İslâm düşüncesine göre yorumlayarak, yaymaya çalışmış, görgücü-usçu bir yöntemin gelişmesine katkıda bulunmuştur.

      Biyografisi
      Ebu Ali el-Hüseyin ibn Abdullah ibn Hasan ibn Ali İbn Sina,980 Ağustos ayında Horasan'ın büyük kenti Belh yakınında bir köy olan Hermisan'ın yakınındaki Afşana'da doğdu. Babası Belh şehrindendir. Nuh b. Mansur'un saltanatı sırasında Buhara'ya gelmiştir.İdari işlerle uğraşmış ve Buhara'ya bağlı Hermisan köyünün yöneticisi olmuştur.Bu köyün yakınında Afşana diye diğer bir köy vardır.İbn Sina burada doğmuştur. Daha sonra Buhara'ya taşınmışlardır.4ı

      Buhara yakınlarında Hormisen'de doğdu, 21 Haziran 1037'de Hemedan'da öldü. Gerçek adı Ebu'l-Ali el-Hüseyin b. Abdullah İbn Sina`dır. Babası, Belh'ten göçerek Buhara'ya yerleşmiş, Samanoğulları hükümdarlarından II. Nuh döneminde sarayla ilişki kurmuş, yüksek görevler almış olan Abdullah adlı birisidir. İbn-i Sina, önce babasından, sonra çağın önde gelen bilginlerinden Natili ve İsmail Zahid'den mantık, matematik, gök bilimi öğrenimi gördü. 7 yaşında İslam dininin kutsal kitabı Kur'an'ı ezberledi. Bir süre tıpla ilgilendi, özellikle, hastalıkların ortaya çıkış ve yayılış nedenlerini araştırdı, tedavileriyle uğraştı. Bu alandaki başarısı nedeniyle, II. Nuh'un özel hekimi olarak görevlendirildi, onu sağlığa kavuşturunca, dönemin önde gelen tıp bilginlerinden biri olarak önem kazandı. Batı dünyasında Avicenna adıyla tanınmaktadır.

    • #46841
      KeN@N ÖZDEN
      Katılımcı

      MEHMET AKİF ERSOY

      Istiklâl Marsi sâiri. 1877 yilinda Istanbul'da dogdu. Annesi Emine Serife Hanim, babasi Temiz Tâhir Efendidir. Ilk tahsiline Emir Buhâri Mahalle Mektebinde basladi. Ilk ve orta ögrenimden sonra Mülkiye Mektebine devam etti. Babasinin vefâti ve evlerinin yanmasi üzerine mülkiyeyi birakip Baytar Mektebini birincilikle bitirdi. Tahsil hayâti boyunca yabanci dil derslerine ilgi duydu. Fransizca ve Farsça ögrendi. Babasindan Arapça dersleri aldi.

      Zirâat nezâretinde baytar olarak vazife aldi. Üç dört sene Rumeli, Anadolu ve Arabistan'da bulasici hayvan hastaliklari tedâvisi için bir hayli dolasti. Bu müddet zarfinda halkla temasta bulundu. Âkif'in memuriyet hayati 1893 yilinda baslar ve 1913 târihine kadar devam eder. Memuriyetinin yaninda Ziraat Mektebinde ve Dârulfünûn'da edebiyat dersleri veriyordu.

      1893 senesinde Tophâne-i Âmire veznedâri M. Emin Beyin kizi ismet Hanimla evlendi.
      Âkif okulda ögrendikleriyle yetinmeyerek, disarda kendi kendini yetistirerek tahsilini tamamlamaya, bilgisini genisletmeye çalisti. Memuriyet hayatina basladiktan sonra ögretmenlik yaparak ve siir yazarak edebiyat sâhasindaki çalismalarina devam etti. Fakat onun nesriyat âlemine girisi daha fazla 1908'de Ikinci Mesrutiyetin îlâniyla baslar. Bu târihten itibaren siirlerini Sirât-i Müstakîm'de nesretmeye basladi.
      Âkif, yazi ve siirlerini hiçbir zaman geçim kaynagi olarak görmedi. Buna ragmen onu memlekete tanitan, halka sevdiren asil vasfi sâirligidir.

      Birinci Cihan Harbi sirasinda Berlin ve Necid'e (Arabistan) gitti. Çanakkale harbi, onun Berlin seyahati sirasinda meydana gelmis, sâir o günlerin istirap ve heyecanini orada yasamistir. Sâir, bu iki seyâhatiyle ilgili Berlin Hatiralari ve Necid Çöllerinden Medîne'ye adli eserlerini yazmistir. Harbin son senesinde, çok sevdigi dostu Ismail Hakki Izmirli ile Lübnan'a gitti.

      Cihan Harbi 1918'de imzâlanan Mondros Mütârekesi ile nihayete erdikten sonra, galip devletler Türk vatanini parçalamak ve paylasmak için dört taraftan saldirmaga baslamislardi. Harpten son derece bitkin bir halde çikan Türk milleti, vatanini müdâfaa için silâha sarildi. Âkif, vatan müdâfaasinin ehemmiyetini anlatmak için hutbelerle halki, istiklâlini muhâfaza etmek için savasmaya çagirdi. Anadolu'da millî mücâdele rûhunun yayilmasi üzerine, Anadolu'ya iltihâka karar verdi.

      Istanbul'dan deniz yoluyla Inebolu'ya çikti. Oradan Ankara'ya hareket etti. Konya isyani üzerine Konya'ya gidip, ayaklanmanin bastirilmasinda mühim rol oynadi. Sonra tekrar Ankara'ya döndü. Ankara'dan Kastamonu'ya giderek Nasrullah Câmiinde verdigi vaazlar nesredilerek memleketin her tarafina dagitildi. Sonra Ankara'ya döndü.

      1920 târihinde Burdur Mebusu olarak Birinci Büyük Millet Meclisine seçildi. 17 Subat 1921 günü Istiklâl Marsi'ni yazdi. Meclis 12 Martta bu marsi kabul etti.
      Zaferden sonra Istanbul'a geldi. Abbâs Halîm Pasanin dâveti üzerine 1923'te Misir'a gitti. O kisi Misir'da geçirip, baharda döndü. Artik her yil kisi Misir'da, yazi Istanbul'da geçiriyordu. Halîm Pasa geçimini karsilamayi taahhüt etti. Ertesi yaz Istanbul'a dönünce Diyanet Isleri Riyâseti tarafindan Kur'ân-i kerîmi tercüme etme vazifesi verildi. Âkif yillarca çalisti. Sonunda bu konudaki ilmî kifâyetsizligini anlayarak vazgeçti.

      1926 yilindan îtibâren Misir Üniversitesinde Türkçe dersleri verdi. Derslerden döndükce Kur'ân-i kerîm tercümesiyle de mesgul oluyordu, fakat bu sirada siroza tutuldu. Önceleri hastaliginin ehemmiyetini anlayamadi ve hava degisimiyle geçecegini zannetti. Lübnan'a gitti. Agustos 1936'da Antakya'ya geldi. Misir'a hasta olarak döndü.

      Hastalik onu harâb etmis, bir deri bir kemik birakmisti. Istanbul'a geldi. Hastanede yatti, tedâvi gördü. Fakat hastaligin önüne geçilemedi. 27 Aralik 1936 târihinde vefat etti. Kabri Edirnekapi Mezarligindadir.

    • #46842
      baris_ericok
      Katılımcı

      1935'te doğan Sinanoğlu, 1953�te Atatürk tarafından 1928 yılında kurulmuş TED Yenişehir Lisesini burslu olarak okudu ve birincilikle bitirdi. Okulun bursuyla kimya mühendisliği okumak üzere ABD'ye gitti. 1956�da ABD Kaliforniya Üniversitesi, Berkeley Kimya Mühendisliği'ni birincilikle bitirdi.

      1027.jpg

      1957�de Massachusetts Institute of Technology ' yi ( MIT ) 8 ayda birincilikle bitirerek Yüksek kimya Mühendisi oldu. 1960�ta Yale Üniversitesinde “asistant professor” (yardımcı doçent ) olarak çalışmaya başladı.

      26 yaşında iken atom ve moleküllerin çok elektronlu kuramı ile “associate professor” (doçent) ve 50 yıldır çözülemeyen bir matematik kuramını bilim dünyasına kazandırdı ve “full professor” ( profesör ) ünvanını aldı. Bu ünvan ile modern üniversite tarihinin ve Yale Üniversitesi tarihinin en genç profesörü oldu.

      1964�te ODTÜ'ye danışman profesör oldu. Yale Üniversitesinde ikinci bir kürsüye daha profesör olarak atandı. Dünyada yeni kurulmaya başlayan Moleküler Biyoloji dalının ilk birkaç profesöründen biri oldu. (Watson ve Crick sarmal modelindeki dna sarmalının çözelti içinde o halde nasıl durduğunu keşfeden adam – solvofobik kuvvet ) Amerikan Ulusal bilimler akademisine Üye olarak seçildi. Buraya seçilen ilk ve tek Türk oldu.

      İki defa Nobel' e aday gösterildi. Defalarca Nobel Akademisinin isteği üzerine Nobel'e adaylar gösterdi. Dünyanın sayısız yerinde sayısız buluşları ve teoremleri ile ilgili sayısız konferans verdi.

      26 yaşından beri devam ettiği Yale Üniversitesinde Moleküler biyoloji ve kimya olmak üzere iki kürsüde profesör ve son 7 senedir görev yaptığı Yıldız Teknik Üniversitesinde ise Kimya dalında olmak üzere bir kürsüde Profesör olarak görevini sürdürüyor.

      ***********************

      1935 yılında doğdu.

      1953/18 yaş – Atatürk tarafından 1928 yılında kurulmuş TED Yenişehir Lisesi'ni burslu olarak okudu ve birincilikle bitirdi. Okulun bursuyla kimya muhendisliği okumak uzere ABD'ye gitti.

      1956/21 yaş – ABD Kaliforniya üniversitesi, Berkeley Kimya Mühendisliği'ni birincilikle bitirdi.

      1957/22 yaş – Massachusetts Institute of Technology'yi (MIT) 8 ayda birincilikle bitirerek Yüksek Kimya Mühendisi oldu.

      1960/25 yaş – Yale üniversitesi'nde “asistant professor” (yardımcı doçent)olarak çalışmaya başladı.

      1961/26 yaş – Atom ve moleküllerin çok elektronlu kuramı ile “associate professor” (doçent) ve 50 yıldır çözülemeyen bir matematik kuramını bilim dünyasına kazandırarak “full professor” (profesör)
      ünvanını aldı. Bu ünvan ile MODERN ÜNİVERSİTE TARİHİNİN VE YALE ÜNİVERSİTESİ TARİHİNİN (son 300 yıldaki) EN GENÇ PROFESÖRÜ oldu.

      1964/29 yaş – ODTÜ'ye danışman profesör oldu. Yale üniversitesi'nde ikinci bir kürsüye daha profesör olarak atandı.

      Dünyada yeni kurulmaya başlayan MOLEKÜLER BİYOLOJİ dalının ilk birkaç profesöründen biri oldu (Watson ve Crick sarmal modelindeki dna sarmalının çözelti içinde o halde nasıl durduğunu
      keşfeden adam – solvofobik kuvvet).

      Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi'ne üye olarak seçildi. Buraya seçilen ilk ve tek Türk oldu. iki defa Nobel'e aday gösterildi. Defalarca Nobel Akademisi'nin isteği üzerine Nobel'e adaylar gösterdi. Dünyanın sayısız yerinde sayısız buluşları ve teoremleri ile ilgili sayısız konferans verdi. Şu anda 67 yaşında 26 yaşından beri devam ettiği Yale üniversitesi'nde Moleküler Biyoloji ve Kimya olmak üzere iki kürsüde profesör ve son 7 senedir görev yaptığı Yıldız Teknik Üniversitesi'nde ise Kimya dalında olmak üzere bir kürsüde profesör olarak görevini sürdürüyor.

      “…Ben baktım, Türk Bayrağı, Atatürk karşimda, cam çerçeveli olduğu için bayrağın üstünde kendi yansımamı görüyorum. içimden yemin ettim, dedim ki:

      Gideceğim ve orada söz sahibi olacağım, ondan sonra gelip o namussuzlarla burada uğraşacağım. O zaman anlamıştım ki burada kalırsam Amerika'nın kölesi olurum, oraya gidersem Amerika'nin efendisi olur, buraya gelip onlarla daha rahat mücadele ederim. Ve işte bizi gönderdiler…”

      “…Hiçbir zaman Amerikan vatandaşı olmayı düşünmedim. Aklımdan dahi geçmedi. Ben atalarımdan beri Türk kimliğimle varım. Ne yaptıysam o sayede yaptım. Ona buna yaranayım diye değil. Otuz yılda bak milleti ne hale soktular. Şimdi de 'açlıkla' terbiye ediyorlar. Ayarlı basının köşe yazarlarından biri geçenlerde Avrupa Birliği'ne girmenin yararlarından diye 'O zaman bu ay yıldızlı pasaport ile Avrupa kapılarına gitmenin utancından kurtulacağım' diyor. Tanrı, bu millete acısın…”

      “…Yıldız Teknik'te kimyada bir takım hanımlar var, beyler var, profesör, doçent. Dışarıda da vardır. Burada da var, entrikalar döner, ona buna köstek olurlar. Birkaçı dedikoducu belli odama geliyorlar. Herkeste dahili telefon var. Ankara'ya bile telefon edemiyorsun, bilgisayardan bağlanamıyorsun. Bölüm başkanlarının telefonları vardı onlar da benim yanımda ya. Şuraya bir telefon bulun bari dedim. Bilgi çağındayim diyorsunuz daha telefon çağına gelmemişsiniz diyorum. Bilgisayara telefonu bağlayamıyorsun. İnternet yok. Üç dört yıl bağlantı kurulmadı. Hüseyin Afşar'a (bölüm başkanı) bari bir telefon bulun dedim. Bana direk telefonundan paralel hat çektirdi. Bazen o yokken arıyorlar, telefonu açıp sekreteriyim diyorum. Bölümde iki tane meraklı hanım var, ortalıkta dolaşıp dedikodu yapıyorlar. Bunlar bir gün odama geldiler o sırada da telefon çaldı. Bu ne dediler. Ben de saf saf telefon dedim. Ertesi gün geldim, makas attırıp kestirmişler, koridordan teli kesmişler. Ben de zannediyorum ki, ben bunlar için fırsatım, öyle konular var ki dünyada herkes gelmiş, Yale'de benden öğrenmiş; Rusya'sından, Doğu Bloku'ndan, Avrupa'sından. Ben ayaklarına gelmişim, yeni birşey öğrenin, yapın. Yok.
      Özel ders açtık, yepyeni şeyleri dünyada ilk defa anlatıyorum, dışarda herkesin benden öğrenmek istediği şeyleri Türkiye'de Türkçe anlatıyorum. Alakası olmayan, fizikten matematikten insanlar geliyor, asıl gelmesi gerekenler yok!..”

      “…ABD içinden çok göçmüş bir ülkedir, tabii pat diye göçmez, arada bir canlanir, tekrar bir şeyler olur ama içinden cok zayıf tarafları vardır.

      Dünyada en büyük borcu olan devlet mesela. İc ve dış.Ama bir devingen tarafı vardır, arada birşey çıkarırlar bir sene öyle idare ederler, sonra yine inişe geçerler. Öyle pek göründüğü gibi bir güç değildir…”

      “…GENÇLER, Türkiye'de adet haline gelmiş göstermelik işlerden kaçının.

      Sırf üniversite bitirdi desinler diye, ananız babanız Amerika'da mastır yaptı diye öğünebilsin diye yükseköğrenime gitmeyin. Sonunda ancak kendinizi kandırırsınız. Temel gayeleriniz, kendinizin ufak çıkarları ötesinde, kendiniz dışında, bu ülke, bu ulus, Türk dunyası, Avrasya, insanlık için olsun. Yüksek hedefleriniz için çalışın. O zaman, kendi durumunuz da kendiliğinden düzelecektir. Maddiyat ve maneviyatı dengeleyin. Formülünüz 'bilim' + 'gönül'dür. Bu iki kanadın biri eksik olursa ne kendinize ne de insanlığa hayrınız dokunur. Gündelik siyaset, çıkar grupları, dışardan güdümlü gizli veya açık”cemiyet”lerden uzak durun. Atatürk'ün dediklerini bol bol okuyun, onları işte bu günler için demiş, yazmış. Türkiye'nin şerefli, refahlı, itibarlı ve bağımsız geleceği için Atatürk yolumuzu çizmiştir.
      Dış ülkelerden, onların yerli kuyruklarından medet ummayın.

      Gayeleri bize yardımcı olmak değil, Türk adını tarihten silmektir.

      Dünyanın neresinde olursanız olun, kimliğinizi, Türk dilini, Türk tarih ve kültür bilincini, binlerce yıllık geleneğini kaybetmeyin. Dış ülkelerde ne kadar kimliğinizi korursanız yabancılar da size o kadar itibar edecektir.

      Başkasını taklit etmeyin. Kendi yolunuzu çizip azimle yürüyün. O zaman herkes sonradan sizi taklit edecektir. Eğitimde önce bir meslek, gerçek bir beceri, bir altın bilezik sahibi olmaya bakın.

      Ne yaparsanız yapın en iyisini yapın. Siyasetçinin bilimcinin en kötüsü olunacağına tamircinin parmakla gösterilen en iyisi olmak yeğdir.

      Bulabilirseniz Türk okuluna, eğitimin Türkçe verildiği okullara gidin. Konulara merak sarın, not için çalışmayın. O meslekte yararlı olacak bir yabancı dili oğrenin. Bülbül gibi konuşup yabancıdan ayırt edilemez hale gelmek hiç şart değil.

      Unutmayın ki Türk olmak bir kafa gönül işidir.

      Türk kültürüyle, diliyle, ata sevgisiyle Türk'tür. Soy sop meselesi karıştırarak, o herşeyimizi borçlu olduğumuz şerefli atalarımızı karalamaya çalışan iç düşmanların kitaplarına, yaygaralarına kulak asmayın. Kültür genleri, ırk genlerinden daha önemlidir.

      Vatanı, milleti için her türlü fedakarlığa hazır bir taban gerekiyor.

      Bu taban son elli yılda hayli eritilmiş, kafası, gönlü karıştırılmış, birbirine düşen kesimler, dışa bağımlı sahte aydınlar, içinde vatanının geleceğini düşünmeyen, daha da acısı vurdum-duymazlaşmış kalabalıklar oluşturulmuştur.

      Bu durumda gerçek bir önder çıkabilse bile başarılı olma şansı pek azdır.

      Şimdi yapılacak iş hızla bu toplumun yeniden kaynaşmasına, bilinçleşmesine, vatanını, milletini kendisinden önce düşünen insanların çoğalmasına önayak olmaktır.

      Türkiye' yi tekrar Kuvayi Milliye ruhu, Atatürk ruhu kurtaracaktır…”

      OKTAY SİNANOĞLU, kimdir bu adam?

      “…bizi 17 yaşımızda apar topar zorla Amerika'ya gönderdiler; çirkin bir gaye ile, 'devşirme' olalım diye gönderdiler; çok şükür olmadık!.” diyen adam bu.

      Amerikanın tepesine oturan, dünya bilim çevrelerinin peşinde koştuğu adam bu.

      Döküntülerini toplayanların Nobel aldığı adam bu işte.

      işaret ettiğinin Nobel aldığı adam bu işte. Yale üniversitesi'ni, Amerika'yı alt üst etmiş, modern üniversite tarihine adını yazdırmış adam bu işte.

      Bu adam bizim. Bu adam bizi düsünüyor, bizi sayıklıyor, geceleri uyuyamıyor ülkesi için, insanları için ve biz bu adamı tanımıyoruz. Çünkü tanımamıza izin vermediler. Bu adama 10 kere hakettiği halde Nobel bile vermediler çünkü bize gereken bir kıvılcımdı bu.

      Göreceksiniz ki istediğiniz kıvılcım orada var.

      Göreceksiniz ki hala ve her zaman bu ülke için gerçekçi bir umut var.

      Göreceksiniz ki ne varsa bizde var, ruh var, gönül var, görünmeyen bir bağ var. Onlarda olmayan bir şey var, sonradan kazanılamayacak birşeyler var…

      Göreceksiniz ve üzüleceksiniz, ne yurtseverler var bizden; ne dahiler var… Ne sesi var ne sedası var…

      Canım Türkiye'm, donuyla birlikte beş para etmez, sefil, sözüm ona mankenlerin hayatını ezbere bil ama Oktay Sinanoğlu'nu tanıma.

      Canım Türkiye'm, televoleyi kaçırma, ünlüler çiftliğini kaçırma ama bu adamı kaçır!

      Canım Türkiye'm, pastanelere “patiseri”, lokantalara,”restaurant”, mağazalara “shop” yazmaya devam et. D&R yaz sonra da Tarzanca iletişim kurulamaz ingilizcenle “dienar” diye oku.

      Canım Türkiye'm, tepeden tırnağa, sat ülkeni, dilini, değerlerini sat, kendi değerlerini aşağıla, nasıl olsa onlarınki daha iyidir. Sana laf edene ise “faşist” de, “milliyetçi” de, “sağcı” de, “solcu” de, “komunist” de, “dinci” de, de oğlu de. Ama sakın “YURTSEVER” deme!

      Bizler bu ülkenin son şansıyız…

    • #46843
      Eren Kıyan
      Ziyaretçi

      FUZULİ'nin hayatı


      Fuzûlî'nin yaşamı üzerine çok fazla bilgi yoktur.
                                        Bağdat yakınlarında Hille veya Kerbela'da doğduğu
                                        tahmin edilmektedir. Asıl adı Mehmet'tir. Toplum
                                        bilimcilere göre Oğuz'ların Bayat aşiretindendir.
                                        Doğum tarihinin bilinmemesine karşın, ölüm tarihi
                                        1556 yılıdır.

                                        Türkçe divanının önsözünden öğrendiğimize göre,
                                        yaşamı boyunca Irak dışına çıkmamıştır. Bazı Farsça
                                        kaynaklara göre ömrünün büyük bölümünü halife
                                        Ali'nin Necef'deki mezarına hizmet ederek
                                        geçirmiştir. Bu hizmetinden dolayı Safevi
                                        hükümdarları tarafından ona bir aylık bağlanmıştır.
                                        Fakat günün birinde bilinmeyen bir sebeple bu
                                        aylığı kesilmiştir. Irak Safavi'lerin elindeyken
                                        şah İsmail ve Safavi ileri gelenlerine şiirler
                                        sunan Fuzûlî, Irak'ın Osmanlı'ların eline
                                        geçmesiyle de Kanuni Sultan Süleyman ve Osmanlı
                                        ileri gelenlerine şiirler sunmuştur. Osmanlı'lar
                                        döneminde de Fuzûlî'ye dokuz akçelik bir aylık
                                        bağlanmıştır. Fakat Fuzûlî'nin o dönemin Nişancı
                                        paşasına gönderdiği şikayet-nâme'sinden anlaşılıyor
                                        ki, Fuzûlî kendisine bağlanan bu aylığı hiçbir
                                        zaman alamamıştır. Her iki dönemde de değeri
                                        anlaşılamayan ve gereken önem verilmeyen şairin
                                        yaşamı yoksulluk içinde geçmiş, 1556 yılında Irak'ı
                                        kasıp kavuran veba salgınında ölmüştür.

                                        Farsça ve Türkçe divanlarının önsözlerinden
                                        anlaşıldığına göre daha çocuk yaşta şiirle uğraşan
                                        Fuzûlî genellikle şiirlerini Azeri lehçesiyle
                                        yazmış. Ona göre divan edebiyatındaki şiir
                                        türlerinin en önemlisi gazeldir. O nedenle kendi
                                        gönlüne de gazeli seçmesini önermiştir.

                                        Fuzûlî'nin şiirleri diğer divan şairlerinin
                                        şiirlerinden bambaşka bir özelliğe sahiptir. Onun
                                        şiirleri genellikle din dışı şiirlerdir. Bu
                                        şiirlerde çoğunlukla aşk teması işlenmiştir. şair
                                        bir anlamda aşkı şiirlerinde metalaştırmış ve aşk
                                        derdinden mutlu olduğunu söylemiştir. Hatta bu
                                        dertten hiç kurtulmak istemediğini vurgulamıştır.
                                        Ayrıca Fuzûlî divan şiirinin bir özelliği olan söz
                                        sanatlarını en ustaca kullanmış bir şairdir. O
                                        nedenle gazelleri ve diğer şiirleri hayli süslü ve
                                        anlaşılması çok zor şiirlerdir.

                                        ıyi şiirin yalnızca bilimle elde edilebileceğine
                                        inanan Fuzûlî, bu düşüncesini Türkçe divanının
                                        önsözünde “ılimsiz şiir, temeli yok duvar gibi
                                        olur, temelsiz duvar da sonunda itibarsız olur”
                                        diye açıklar. Bu düşüncesini her zaman savunduğunu
                                        ve “ilimsiz şiirden ruhsuz kalıp gibi nefret
                                        ettiğini” vurgular.

                                        Fuzûlî, Eski Türk Edebiyatı'nda ünü ve etkisi en
                                        yaygın olan şairlerden biridir. Azeri ve Çağatay
                                        lehçeleriyle yazan şairler üzerinde olduğu gibi,
                                        Türkiye lehçesiyle yazan pek çok divan, tasavvuf,
                                        halk ve modern Türk edebiyatının ilk dönem
                                        şairlerine de büyük etkisi olmuştur.

                                        Yapıtları: Türkçe, Farsça ve Arapça üç divan, Leylî
                                        vü Mecnun mesnevisi, Kerbela olayını anlattığı
                                        nesir ve nazım karışımı Hadıkat-üs-Suada ve şikayet
                                        -nâme adlı mansur mektuplardır.

                                        Yapıtlarının bugünkü Türkçe ile basılmış örnekleri;
                                        Abdulbaki Gölpınarlı tarafından hazırlanmış Fuzuli
                                        Divanı, K. Akyüz – S. Yüksel -M. Cumbur tarafından
                                        hazırlanmış Türkçe Divan'ları vardır.

4 yanıt dizini görüntüleniyor
  • Bu konuyu yanıtlamak için giriş yapmış olmalısınız.