Oluşturulan forum yanıtları
- YazarYazılar
- 5 Ağustos 2007: 10:02 #53178
inanç şinel
KatılımcıYeni Osmanlıcılık ya da Büyük İsrail!
ABD Başkanı Bush’un “Büyük Ortadoğu Projesi” diye 2004 yılında Tayyip Erdoğan’a tebliği ettiği ve eş başkanlığını kabul ettirdiği proje, İngiltere tarafından 20. Yüzyıl’ın başında hazırlanmış, ancak Çanakkale’de Atatürk’ün dehasına çarparak 100 yıla yakın bir süre rafta beklemişti.
Bu modele göre, Balkanlar, Kafkaslar, Orta Doğu ve Orta Asya diye dört adet federasyon kurulacak, bunlar “Ilımlı bir halife” şemsiyesinde birleştirilerek bir konfederasyonla yönetilecekti. Büyük Orta Doğu, “Büyük İsrail” demektir!
***
Tevrat’taki Büyük İsrail’in içinde bugünkü İsrail, Lübnan, Ürdün, Suriye’nin Fırat’ın altında kalan bölümü, Irak’ın Fırat’a kadar olan bölümü ve Suudi Arabistan’ın kuzey kısımları bulunuyor. İsrail, Tevrat’taki bu hedefi genişleterek Türkiye’nin Fırat’ına kadar uzatıyor ve Kuzey Irak’ta Fırat’ın doğusunda yer alan Türkmen-Kürt bölgesini de hayal ettiği ülkenin toprakları arasında sayıyor. Barzani ve Talabani de örgütlendikleri günden beri İsrail’in askeri eğitim ve mali yardımlarından bu hayal uğruna faydalandı.
Büyük İsrail projesinin gerçekleşebilmesi için önce Türkiye’nin yönetim yapısının değiştirilmesi gerekiyor. Atatürk’e bu sebeple saldırıyorlar.
Bununla birlikte, Türk kamuoyunun önüne İslamcı, Turancı veya Osmanlıcı perspektifler getirmeleri de lâzım ki Türk halkından destek bulunabilsin ve Ortadoğu Birleşik Devletleri Projesi uygulanabilsin.
Büyük Orta Doğu, yani Büyük İsrail projesini, Özal döneminde Türkiye’nin büyümesi gibi göstererek, uygulamaya çalıştılar. “Federasyonu tartışalım” lafının altında yatan Türk-Kürt federasyonu idi. Böylece “Büyük Kürdistan” , yani “Orta İsrail” kurulmuş olacaktı!
***
Aslında bu plan, 1996 yılında Bernard Lewis’in İstanbul’da verdiği “Orta Doğu’nun çok yönlü kimliği üzerine” konferansından önce, 1991 yılında yine İstanbul’da, Sosyalist Enternasyonal toplantısında dönemin İsrail Dışişleri Bakanı, şimdiki Cumhurbaşkanı Şimon Perez tarafından da kısmen açıklanmıştı. Perez, o zaman, 21’inci yüzyılın su savaşları ile başlayabileceğini söylemiş ve çözüm olarak da “Orta Doğu Güvenlik ve İşbirliği Konferansı” toplanmasını, hatta Türkiye’nin önderliğinde bir “Orta Doğu Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı” kurulmasını önermişti…
Bu öneriyi, daha sonra MHP’nin 2002 seçim bildirgesinde İsrail’in de dahil edildiği “Doğu Akdeniz Birliği” olarak gördüğüm zaman, kimin hangi makama ne amaç için yerleştirildiği sorusunu sormaya başladım ister istemez!
***
03 Mart 2004 günü Ankara’da Ticaret Odası’nda Atatürkçü Düşünce Derneği’nin düzenlediği ve kuvvet komutanlarının eşleriyle birlikte katıldığı olağanüstü bir toplantıda Prof. Dr. Anıl Çeçen, ABD Başkanı Bush’un Endonezya’da söylediği “Hıristiyan alemi ile bir meselemiz olduğunda Vatikan ile görüşüp hallediyoruz, Ama İslam aleminin böyle bir otoritesi yok, mesele ortada kalıyor” tarzındaki sözlerini hatırlatmıştı. .
Tayyip Erdoğan’ın 2004 yılı başında ABD’de “Son Osmanlı” Osman Ertuğrul ile görüşmesi ve TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın Neslişah Sultan ile birlikte sergi açması da önemli işaretlerdi.
Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığını niçin bu kadar istiyorlar anlaşılmıyor mu?
arslan bulut, yeniçağ
- 30 Temmuz 2007: 13:36 #53171
inanç şinel
KatılımcıMerhaba arkadaslar , secımler bıttı , ülkemız için hayırlısı olsun diyorum , milletimiz gerceklerin ne derece vahim oldugunu hala kavrayamadı tahmınımce , zira % 46 lık bir oy baska bır seyle izah edilemez.
Ozan kardesımınde dediği gibi bu ülkeyi karsılıksız sevenler var oldugu sürece bu ülkeyi böldürtmemek sattırmamak adına mücadelemıze her zaman ve her ortamda devam edecegız.
Aşağıdaki yazıları sizinle paylaşmak istedim ,
Devletin mumu, yalancının mumu…
Hazreti Ömer halife. Bir gece makamında Ashabtan biri ziyaretine gelir.
Selam verir.
Selamı alınmamıştır.
Oturur.
Ömer işiyle meşgul.
Sahabe bekler. Hz. Ömer çalışır.
Selam alınmamış, yüzüne bile bakılmamıştır.
İş biter. Hz. Ömer mumu söndürür.
Bir başka mumu yakar.
O anda selamını alır. Konuşmaya başlar.Sahabe sorar:
-Ya Ömer, niçin hemen selamımı almadın ve niçin bir mumu söndürüp diğer mumu yaktın ve ondan sonra benle konuşmaya başladın?Hazreti Ömer :
-Evvelki mum devletin hazinesinden alınmıştı. O yanarken özel işlerimle meşgul olsaydım Allah indinde mes’ul olurdum. Seninle devlet işi konuşmayacağımız için kendi cebimden almış olduğum mumu yaktım, ondan sonra seninle meşgul olmaya başladım.Kıssa böyle…
Mercedes’e sahte plaka takanlarla, Hazreti Ömer’i yan yana koyun adalette…
‘Verdimse ben verdim’ diyenlerle de yan yana koyun bakalım…
Koltuğa yapışıp gitmeyenlerle de yan yana koyun…
Kantara çıkarın demiyorum…
İki fotoğrafı yan yana koyun…
Meclise terör örgütü mensuplarını sokanları da bir yanlarına koyun…
Bakın bakalım…
Arada fark var mı…Şunu fark ettim bir yandan da geçen gün…
Hırsız büyük olunca saygı duyuyor, küçük olunca kepaze ediyoruz.Anketlerde başka partiye, sandıkta başka partiye oy veriyoruz.
Sokaklarda şikayet ediyor, ikili görüşmelerde kınadığımız organizasyonların içine girebilmek için kanal arıyoruz.Pek çoğumuzun şikayeti, çıkar çarkına, saadet zincirine dahil olmamaktan kaynaklanıyor…
Simitçiye soruyorlar, televizyonda hangi programları izliyorsun diye…Yalan otomatiğe bağlanmış, tüm simitçiler belgesel ve tartışma programı izliyor…
Biz, bizden başka bir şeyi oynuyoruz….Peki ey Türk milleti, sana soruyorum…
Niye kandırdın beni?Ben, sen varolan düzenden rahatsızsın diye yazdım, söyledim, bağırdım…
Şehit cenazelerini ruhun kaldırmıyor sandım…Çöpten çürük domates toplamaktan rahatsız olduğunu düşündüm…
Ey Türk milleti, sen, politikacılarla beraber beni de kandırdın…Oysa ki senin huzursuz olduğunu sanıyordum, yanılmışım…
Oysa ki senin Hazreti Ömer adaleti aradığını sanmıştım, aldanmışım…Sen sahte plakalı Mercedes adaleti, Türk sularında Amerikan tersanesi istiyormuşsun…
İstiyormuşssun da bana söylemeye utanmışsın…Oldu mu şimdi, bak…
Her iki kişiden biri bunları isterken ben bundan sonra sana ne diyeyim…
Ben bundan sonra şehitten, yolsuzluktan ve onursuzluktan nasıl bahsedeyim…
Sen kendi tercihini yaptın, şimdi sıra bende…
Ben yine devletin mumuna saygı gösterenin peşindeyim, sen de yalancının mumuna…
Böyle geçsin hayat, mahşerde görüşürüz…
- 22 Haziran 2007: 13:36 #47860
inanç şinel
KatılımcıMazot 1 yetele olacak!
Cem Uzan söyledi…
İktidar şakşakçıları alay etti.
Güldüler…
Olur mu hiç öyle şey filan…
Ya şimdi?
Deniz Baykal da söylüyor…
Devlet Bahçeli de söylüyor…
Mehmet Ağar da söylüyor…
“Mazot 1 yetele olacak!”Kaldı mı sırıtan?
Hâlâ diyebilirsiniz ki…
“Hepsi iyi hoş da, vergi almadan, mazot verilir mi?”
Bence de verilmez.Ama verilene veriliyor…
Bal gibi.
Mesela, armatörlere veriliyor.Gemi sahibi olan dar gelirli arkadaşlar, bu iktidar sayesinde gemisini yürütürken, vergi mergi ödemiyor mazota…
Uçak filosu sahibi olan açlık sınırındaki arkadaşlar da, öyle…
Onların mazotu, malum:
Jet yakıtı… Gariban işi.
O yüzden vergi falan istenmiyor uçaklarını uçuranlardan.E denize yok.
Havaya yok.
Tarlaya niye var, bu vergi?N'apsın yani çiftçi, adaletli kalkınmadan faydalanmak için?
Şileple mi sürsün tarlasını?
Boeing'le mi atsın tohumunu?Ekerken, mazot.
Sürerken, mazot.
Sularken, mazot.
Toplarken, mazot.
Taşırken, mazot.
Hayattır mazot Anadolu'da…
Hayattır.
Su ile aynı.
Üstelik…
Nedir, ÖTV denilen hadise?
Özel Tüketim Vergisi…
Özel tüketim midir buğday?
Kolye yapıp, gerdanımıza mı takıyoruz birader?
Parmağına tek taş pancar veya kulağına fındık takanı gördünüz mü siz?
Bunun neresi özel tüketim?Mazot 1 yetele olacak…
Çünkü, yetti gari!Ha peki, oluşacak vergi kaybını nereden telafi edebilirsin?
Yılda 41 milyar dolar faizi, elaleme şak diye öderken nereden telafi ediyorsan, oradan…
Canım kardeşim.yılmaz özdil
- 5 Haziran 2007: 15:05 #52647
inanç şinel
KatılımcıTürkiye sizinle gurur duyuyor!
“Ne malum PKK'nın yaptığı?”
Yeni moda bu.Bombacı kız diyor ki…
“Öcalan'ı zehirlediniz, ben de intikam için hepinizi öldürmeye geldim.”
Bunlar diyor ki…
“Ne malum PKK'nın yaptığı?”Saralım makarayı biraz geri…
Manyağın biri cinayet işliyor…
“Milliyetçiler yaptı.”
“Ulusalcıların işi.”
“Jandarma parmağı…”
“Türk olmaktan utanıyorum.”Astsubayın bagajında tabanca çıkıyor…
“Derin devlete suçüstü.”
“Çete.”
“İşte hain.”
“Ucu nereye giderse gitsin, kime uzanırsa uzansın, peşini bırakmayacağız.”
Hatırlayın…
Büyükanıt'ı yargılamaya kalktılar.Sonra…
Ankara'da bomba patladı…
“Ne malum PKK'nın yaptığı?”
“Teröristler yapsa, söyler.”
“Halkı vurmaz ki onlar…”
“Derin devlet olamaz mı?”
Allah sizi inandırsın, biri aynen şöyle dedi:
“Bu saldırılar CHP'nin suçu.”6 şehit…
“Mayın, İtalyan olamaz.”
“Evet, silahlar AB malı da… Bunda AB'nin ne suçu var? Ne bilsinler?”“Komplo.”
“İktidarı zor durumda bırakmak isteyen derin güçlerin marifeti olabilir…”
Ama en çok şunu beğendim:
“PKK'yı hedef gösteriyorlar!”Yani, bu lafım basın ahlâkına ne kadar uyar bilmem ama… Hakikaten suratına tükürülecek adamsınız be kardeşim.
yılmaz özdil, sabah
- 5 Haziran 2007: 14:54 #52890
inanç şinel
KatılımcıSabırla mücadele koordinatörü…
24 Eylül, 1 şehit.
29 Eylül, 1 şehit.
13 Ekim, 2 şehit.
14 Ekim, 1 şehit.
16 Kasım, 2 şehit.
23 Kasım, 1 şehit.
5 Aralık, 3 şehit.
7 Aralık, 1 şehit.21 Aralık, Başbakan, New York'ta verdiği demeçte, “sabrımızın sınırı var” dedi.
27 Aralık, 1 şehit.
16 Ocak, 1 şehit.
7 Şubat, 1 şehit.
9 Mart, 3 şehit.
23 Mart, 3 şehit.
7 Nisan, 6 şehit.
8 Nisan, 4 şehit.
9 Nisan, 1 şehit.
16 Nisan, 1 şehit.
21 Nisan, 1 şehit.
23 Nisan, 2 şehit.
25 Nisan, 1 şehit.
26 Nisan, 1 şehit.
27 Nisan, 2 şehit.
3 Mayıs, 2 şehit.
5 Mayıs, 2 şehit.
12 Mayıs, İzmir Bornova…
1 vatandaşımız ölü, 4 yaralı.
15 Mayıs, 2 şehit.
18 Mayıs, 1 şehit.
22 Mayıs, Ankara Ulus…
6 vatandaşımız ölü, 121 yaralı.
24 Mayıs, 8 şehit.
26 Mayıs, 1 şehit.
29 Mayıs, 1 şehit.30 Mayıs, Başbakan, NTV'ye verdiği demeçte, “Sabrımız taştı, taşıyor, bunların hepsi söylenir tabii. Zaten sabrın taşmaması diye bir şey yok ki… Her şehidin gelmesi, sabrın boyutunu adeta test ediyor” dedi.
1 Haziran, Bingöl…
5 vatandaşımız ölü, 6 yaralı.
4 Haziran, 7 şehit.sabah, yılmaz özdil ,
- 5 Haziran 2007: 14:52 #52889
inanç şinel
Katılımcıİkizleri terör ayırdı
Tunceli'nin Pülümür ilçesinde şehit olan Erdem Erkaçtı ile yine Tunceli'de asker olan tek yumurta ikizi kardeşi Erden Erkaçtı'yı birbirlerinden vatan borcu askerlik de ayıramadı fakat ölüm ayırdı.
Üç aylık asker olan ikizlerin askerlik şubelerine müracaatları sırasında kendilerine, 'Bir aileden iki kişi aynı zamanda askere gitmeyebilir. Biriniz vatani görevini bitirdikten sonra diğeriniz vatani görevini yapabilir. Böyle bir hakkınız var.' dendiği ancak Erdem ve Erden'in, “Birlikte askere gidip, birlikte teskere alacağız.” diyerek bunu istemedikleri öğrenildi.
Aynı anda askere giden tek yumurta ikizlerinin tesadüf eseri yine usta birliği kuralarının da Tunceli'ye çıktığı ve kısa süre aynı karokolda bulunduktan sonra görev yerlerinin değiştiği belirtildi. Teröristlerin baskını sırasında Erden Erkaçtı'nın kardeşiyle aynı karakolda olmadığı ifade edildi.
Tunceli'nin Pülümür ilçesinde, karakolun günlük ihtiyaçlarını karşılayan aracı kaçırıp, Kocatepe Karakolu'na saldıran teröristler, attıkları el bombalarıyla 8 askeri şehit etti.
7 şehitten ikisinin İzmirli olduğu belirlendi. İzmirli iki şehidin evlerine acı haber çabuk ulaştı. Şehit erlerden İlhan Sağlam'ın Kemalpaşa, Erdem Erkaçtı'nın Bayındır ilçesindeki evlerine ateş düştü. Manisa Kırkağaç'da acemiliği tamamladıktan sonra 20 gün önce gittikleri Tunceli'de vatani görevlerini yapan oğullarından Erdem Erkaçtı'nın şehit olduğu haberini alan baba Turgut Erkaçtı, fenalaşarak Bayındır Devlet Hastanesi'ne kaldırıldı. Anne Nazan Erkaçtı ise aldıkları haberle adeta yıkıldı.
Şehidin kardeşi Erden'in ise Tunceli'de başka birlikte askerlik yaptığı öğrenildi. Anne Nazan Erkaçtı, “Sabah aradım, “Uyuyor” dediler. Son kez bile sesini duyamadım. Ben onları ellerimle besledim, büyüttüm. Birbirlerinden hiç ayrılmazlardı. Onlar benim canlarımdı. Tek tesellim bir evladımın sağ kurtulması. Artık bu terör belası bitsin. Başka annelerin de ocağına ateş düşmesin.” diyerek duygularını dile getirdi.
VATANDAŞLAR SOKAKLARA DÖKÜLDÜ, TERÖRE LANET YAĞDIRDI
Öte yandan, oto tamirciliği yapan Erdem Erkaçtı'nın şehit haberini alan vatandaşlar, ellerinde bayraklarla sokağa dökülüp, teröre lanet yağdırdı.
Vatandaşlar, “Ya Allah Bismillah Allahü ekber”, “Kahrolsun PKK”, “Şehitler ölmez vatan bölünmez”, “Dişe diş kana kan intikam intikam” şeklinde slogan atarak Bayındır sokaklarında dolaştı. Erkaçtı'nın cenazesinin, memleketi Bayındır'da toprağa verileceği bildirildi.
“ONLAR BİR TANE VURUR, BİZ 10 TANE GÖNDERİRİZ”
Bu arada Tunceli'nin Pülümür ilçesinde teröristlerin Kocatepe Karakolu'na saldırısı sonucu şehit olan İlhan Sağlam'ın İzmir'in Kemalpaşa ilçesinde yaşayan ailesi acı haberle yıkıldı.
Er İlhan Sağlam'ın şehit olduğu haberinin evine ulaşmasının ardından,
yakınları sinir krizleri geçirdi. Anne Kısmet Sağlam, bir gece önce
rüyasında köpeklerin güvercinlere saldırdığını belirterek,
''güvercinleri kurtarmak için eline aldığını, köpeklere taş attığını,
ancak taş attıkça köpeklerin daha çok saldırdığını, güvercinleri
kurtaramadığını'' söyledi.Abla Mahperi Sağlam ise ''İlhan'ı ak güvercin olarak gönderdik, kara
güvercin olarak geldi. Onlar bir tane vurur, biz 10 tane göndeririz''
dedi.Şehit askerin ağabeyi Şahin Sağlam (35), kardeşinin asker fotoğrafını
göstererek, en son bir akşam önce telefonda konuştuklarını, kendisine
göreve gideceğini söylediğini kaydetti.Ağabey Şahin, kardeşinin bir elektrikçide çalıştığını, askerlik dönüşü
kendi işini kurmayı düşündüğünü belirtti.Kemalpaşa Belediye Başkanı Yakup Karaca ve Kemalpaşa Garnizon Komutanı Binbaşı Yahya Kazık da şehit askerin evine gelerek, ailenin acısına ortak oldu.Aileye çocuklarının şehit olduğu haberi verilirken, bir sağlık ekibi de evde hazır bulunduruldu.
MEKTUBU GELMEDEN ŞEHİT OLDUĞU HABERİ GELDİ
Tunceli'nin Pülümür ilçesinde teröristlerin Kocatepe Karakolu'na saldırısı sonucu şehit olan Jandarma Er Eraslan Güngör'ün (21), bir gece önce telefonla görüştüğü eşine, mektup gönderdiğini söylediği öğrenildi.
Olayın duyulmasının ardından Eraslan Güngör'ün Amasya Merkez Keçili
köyündeki ailesi büyük bir acı yaşarken, başta yakınları ve askeri
yetkililer olmak üzere şehit erin evine gelen çok sayıda kişi taziye
ziyaretinde bulundu.Şehit erin annesi Yadigar ve sara hastası baba Rıza Güngör olayın şokunu yaşıyor. Henüz 7 aylık evliyken vatani görevi için ayrı kaldığı eşi
Yeter Güngör ise sık sık baygınlık geçiriyor, 2'si kız 5 kardeşin en
büyüğü olan şehit er Güngör'ün kardeşleri de gözyaşı döküyor. Aile
fertlerini, yakınları teskin etmeye çalışıyor.Anne Yadigar Güngör, ''Vatan sağ olsun'' derken, acılı eş Yeter Güngör
ise teröre ve terörist örgütüne lanet yağdırıyor.Bu arada, terhisine yaklaşık 2,5 ay kaldığı bildirilen Eraslan Güngör'ün
şehit olmadan bir gece önce telefonla görüştüğü eşine bir mektup
gönderdiğini söylediği, ancak mektubun ailenin eline henüz ulaşmadığı
öğrenildi.AİLESİ VE NİŞANLISI DÜĞÜN HAZIRLIĞI YAPIYORDU
Tunceli'de terör örgütü PKK'nın hain saldırısı sonucu şehit düşen Kayserili Eyüp Yabangülü'nün ailesi ve nişanlısının ağustos ayına düğün hazırlığı yaptığı belirtildi. Tunceli'nin Pülümür ilçesinde teröristlerin Kocatepe Karakolu'na saldırısı sonucu şehit olan Eyüp Yabangülü'nün Kayseri'nin Sarıoğlan ilçesi Alamettin beldesinde yaşayan ailesi acı haberle yıkıldı.
Er Eyüp Yabangülü'nün şehit olduğu haberinin evine ulaşmasının ardından, yakınları sinir krizleri geçirdi.
Şehit erin nişanlısı Ayşe Pekar'ın, acı haber üzerine fenalık geçirerek bayıldığı öğrenildi. Pekar'ı beldede hazır bulunan 112 Acil Servis ekipleri sakinleştirdiği belirtildi. İnşaat işçisi olan baba Zeki Yabangülü ise olayın gerçekleştiği saatlerde çalıştığı için oğlunun şehit olduğu haberini 10 saat sonra öğrendi. Anne Hatice Yabangülü de acı haber ile hüzünlenerek ağıtlar yakmaya başladı.
Alametten Belediye Başkanı Nafiz Ceran, 1986/2 dönem olarak askere alınan şehit er Eyüp Yabangülü'nün ağustos ayı başında tezkere alacağını söyledi.
Şehit erin askerlik öncesi nişanlandığını belirten Ceran, Eyüp Yabangülü'nün tezkeresini almasının ardından düğün yapacağını ifade etti.
Ceran şöyle devam etti: “Şehit asker Eyüp Yabangülü bizim çok değerli bir evladımızdı. Ailesi beldemizin sayılan insanları. Askere gitmeden önce nişanlanmıştı. Ailesi ve nişanlısı onun dönüşünde düğün hazırlık yapıyordu. Babası düğün hazırlığı için inşaatlarda çalışıyordu. Gerçekten acı haber bizi ve tüm beldemizi üzüntüye boğdu. Hükümetimizin ve yetkili mercilerimizin gerekenleri yapmasını bekliyoruz. Askerimize ve devletimize karşı yapılan saldırılar had safhaya çıktı. Artık gereğinin yapılmasını bekliyoruz. Canımız yandı.”
AJANSLAR
Yayın tarihi: 5 Haziran 2007, Salı
Web adresi: http://www.sabah.com.tr/2007/06/05//haber,5750F09FCC8C4EEF9A6972FFA43A1D1B.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.Bu haber için yapılan yorumlar: 9 adet
Tüm yorumları okumak için tıklayınız. Siz de yorum yapın
tuncay mutlu05.06.2007 14:28:53bu terör belasına daha kaç vatan evladını şehit vereceğiz o askerlerin neler yaşadığını çok iyi anlıyorum bende pülümür komandoda askerlik yatım bu tür olaylar benimde başıma geldi şehitlerimize allahtan rahmet acılı ailelerine sabır diliyorum ŞEHİTLER ÖLMEZ VATAN BÖLÜNMEZ
can küçük05.06.2007 14:24:37yeter artık yetki benim diyen başbakan nerde siyaset yapmamak istiyorum ama lütfen oylarınızı vatan millet hayrına verin !!!!!
- 28 Nisan 2007: 09:34 #52547
inanç şinel
Katılımcıbence tam tersi arkadaslar ; yapılacak her yürüyüş , yapılacak her demokratik tepki işin ciddiyetine katkı saglar ve halkın kararlılıgını ortaya koyma adına herkesin dikkatini çeker.
Yarın Çağlayan da buluşmak dileğiyle ;
Ağlayan olma Çağlayan ol…
Saydılar…
Kaç oy çıktı?
361.
Kaç kişi var diyorlar?
368.
İki iki daha beş gibi bi şey.
Neyse… Ankara'da olan biteni yazan çok olur bugün… Hep aynı mevzu, sıkılırız… Gelin ben size, Adana'da yaşanan bir başka sayım olayını anlatayım.
Gene dün.
Hacı Ahmet Özeltürkay Camisi'nin imamı, kapının önüne kumbara benzeri bir kutu koydu
Neden?
Cuma namazına gelen hayırsever vatandaşlarımız camiye bağışta bulunsunlar diye…
Bulundular.
Hayır dua aldılar.
Namaz bitti.
Kutuyu açtılar.
Saydılar…
Ve, rezalet ortaya çıktı.
Bir tane 100 liralık banknot…
Bir tane de 50 liralık…
Sahteydi.
Evet, sahte.Özde değil…
Sözde bağış yani…Ama rezalet, sadece bu değil.
Devamı var…
Çünkü, bir sahtekâr 100 liralık sahte banknotu verip, “10 lira bağışta bulunmak istiyorum” demiş ve 90 lirayı alıp, gitmişti…
Bir sahtekâr da, 50 liralık sahte banknotu verip, “5 lira bağışta bulunmak istiyorum” demiş ve 45 lirayı alıp, gitmişti.
Böylece, 150 lira bağış topladığını zanneden cami, 135 lira içeri girmişti… Hem de, üstüne hayır dua ederek!Vaziyetimiz budur ahali.
Eskiden camiye gelen vatandaşlarımızı binbir yalanla dolandırıyorlardı… Şimdi, direkt camiyi dolandırıyorlar.Bu gidiş, iyi gidiş değil.
“Dur” demek gerekiyor.
Mutlaka.Sen de “dur” demek istiyorsan… Elini taşın altına koy.
Ağlayan olma…
Çağlayan ol.
Yarın, saat 13.00…
İstanbul Çağlayan Meydanı.
Bayrağını al, gel kardeşim…
Bayrağını al, gel.
Saya saya bitiremesinler.yılmaz özdil
- 18 Nisan 2007: 20:43 #52542
inanç şinel
KatılımcıÖyle büyüdük ki aklınız durur…
“Uyusun da büyüsün” ekonomisinin son verileri açıklandı… Tarafsız medya, vatandaşın doğru bilgi alması için, bu verilerin olumlu ve olumsuz taraflarını “objektif ölçülerle” yansıttı sayfalarına.
Manzara şu…İHRACAT DOLUDİZGİN GİDİYOR, MART'TA TARİHİ BİR REKOR DAHA KIRDIK
ithalat da rekor kırdı.İŞTE İSTİKRAR BEREKETİ TÜRKİYE EKONOMİSİ 5 YILDA 2'YE KATLANDI
borcumuz da 2'ye katlandı.BÜYÜME TAVANA VURDU EKONOMİMİZİ 400 MİLYAR DOLARLIK DEVLER LİGİNE ÇIKARMAYI BAŞARDIK
iç tüketim dibe vurdu, satışlar yüzde 40 azaldı.GELİR DAĞILIMI DÜZELDİ FAKİRLİK AZALDI ZENGİNLER KAYBETTİ
japonya'da 24, bizde 26 dolar milyarderi var; kredi kartı borcunu ödeyemeyenlerin sayısı yüzde 78 arttı.BU AY YÜKSEK ÇIKACAK DİYENLER YİNE YANILDI MART ENFLASYONUMUZ SADECE BİNDE 9 ÇIKTI
geçen ay 4 lira olan sivri biber, bu ay 6 lira.KİŞİ BAŞINA MİLLİ GELİR 300 DOLAR YÜKSELDİ 5.500 DOLARA DAYANDI
Rahmi Koç ile senin maaşı topluyorsun, sonra 2'ye bölüyorsun, çıkan rakam senin “kişi başına düşen milli gelir.”yılmaz özdil, Sabah gazetesi
- 18 Nisan 2007: 20:38 #52541
inanç şinel
KatılımcıErtekin abi yazımı baştan aşağı cümle cümle cevaplamışsın kendi fikrine göre.
Saygı duyuyorum böyle düşünmene.Ben yazına cevap niteliğinde değil ortadan konuşmayı tercih ediyorum.
Sonuç olarak bazı gerçekler var onlara bakmak gerek.Hep kötü yanlarını görmek kolaydır.
Kendimizin hariç herşeyin kötü yanını rahatlıkla bulabiliriz.
Önemli nokta iyi yanları görebilmektir.
Aha bi gerçek…T.C. tarihinin en iyi rakamları.
Bu rakamlara kim gelse onuda savunurum.AKP ye nasip olmuş olmamış farketmez birileri artık bu ülke için bişeyler yapsın.
Kaynak
Yorumsuz…Keza AKP nin sürekli karşısında olan YÖK.
Bugüne kadar Türkiye için ne yapmıştır?Sadece kendi fikirlerinde insan yetiştirmeye çalışmaktan başka?
Üniverisite sorunu bugün gitgide büyüyen yara.
Bu YÖK le mi çözecez bu sorunu?Niye bunlar görülmedi daha öncedende şimdi sorun oluyor?
Rejim kaygısı varmış güya insanlar yürüyor.
Olabilir onlarda vardır bende yoktur.Buda çok normal.
Yabancı sermaye ülkede baya aktif (karşıyım sonuna kadar) peki bunlar rejim tehditi olan ülkede dururlar mı?Yürüyüşü dikkate almam gerekiyomuş benim öyle bi kaygım yokki rejim gidiyor die neden alayım?
Yürümelerini hoş görebilirim.Ama yarında başkaları yürürse sizde aynı şekilde kale almazsınız.
Bu ülkenin Askeri zaten gerekeni yapıyor.Merak etmemek gerekir.Atatürk'ün yolundan sapma olursa zaten onlar müdahale edecektir.Hee ben şuna hayır demiyorum.Ben bu hükümeti begenmiyorum politikasını bilmemnesini…Yürürüm.Ok yürü…
Ama sen bu ülkede rejim tehlikesi var dersende güler geçerimAdmin hoca bu ülkede ekonomi öyle gazete kagıtlarında anlatıldıgı gibi çok iyi çok güzel değil maalesef ,
T.C. tarihinin en iyi rakamları Atatürk devrinde Tam Bağımsız ekonomi politikaları ile yakalandı ; sıfır borçla 10 yılda yapılan büyük zirai ve sanayi devrim.Hersey sıfırdan yapıldı yani , ama su anki ekonomik durum cok farklı.Yazdıgın O rakamlara bir de inanabilsek yaşayabilsek o rakamları tam süper olacak ama nerdeebu rakamlarla değil akp mhp de gelse ben Savunmam admin hocam zira sürdürülebilir olmayan ve sıcak paraya bağlı sanal büyüme bu memleketi FELAKETE götürecek en BÜYÜK BOMBADIR.Neden dersen üretemediğin sürece yabancı sermayeye mahkum olursun ve Ödeyemeyeceğin Borç yükünün altında ezilirsin.dün tüpraş, bugun telekom ,yarın milli piyango sata sata sata vatanın en güzide en mesire yerleri onları da sat sat sat ,sonra ?
Ne olacak sonra ? sonrası yok çünkü sonu da yok.AKP bu ülkede 2002 seçimlerinde İMF yi ülkeden kovmak ve işsizliği azaltmak vaadiyle oy istedi bu milletten ve böyle oy aldı ama iktidara gelince ne dediyse tam tersini yaptı.2002 de AKP yi iktidar yapan halk bunun için oy verdi bunlara.
Ayrıca yürüyüşü sadece rejim tehlikesi algılaması gibi dar bir çerçeveye oturtan da yanlı medya olmustur.Zira yürüyüşün en önemli özelliği TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE İÇİN ORTAK ARZUNUN VE BİLİNCİN varlıgıdır.
Yürüyüşte her yer Türk bayraklarıyla doluydu dikkat ederseniz,amaç esasen bu ülkenin temel degerlerine sahip çıkmaktır ama bunu satılmış medya anlatmadı tabii , bırakın anlatmayı HRANT DİNK'in cinayetini 8 saat canlı yayın yaparak veren tv kanalları ,1 milyon insanın ANKARANIN GÖBEGİNDE bu demokratik tepkisini biryerlerden tırstığı için canlı yayınlamadı,yayınlayamadı maalesef,bu Türk basının unutulamayacak bir ayıbıdır !!!!
Aslında AKP ve yaptıkları hakkında yazacak cok sey var ama sorun Zihniyette bitiyor,o yuzden bugun AKP, dun Derviş lavugunu bu ülkeye getiren DSP,Liberalleşmek adına ülkedeki Halk içinde gelir dağılımda makasların açılmasına sebep olan ve adaleti bitiren Özallı ANAP HEPSİ AYNI.
olay sudur ; AKP nin sonuc olarak diğerlerinin yaptıgını fazlasıyla yapması ama ben onlardan farklıyım ekonomi süper cart curt deyip ortada dolanmasııı ,, ne farklısı yahuuuu millet kan aglıyorrr kannn.
Neyse olayı cok dagıtmıyayım
Ertekin abi önerine katılıyorum ya fırsat varken satalım toptan kurtulalım yada sonuna kadar savunalım
- 2 Nisan 2007: 18:20 #52412
inanç şinel
Katılımcıkonunun teknik boyutunu açıklamak için aktarıyorum ; (Olayın Bu Kadar Önemli Olmasının nedeni)
Seçimler ve dış politikadaki hararetli günler nedeniyle pek üzerinde durulmuyor ama Türk Silahlı Kuvvetleri modernizasyon ihaleleri ve projelerinde, büyük meblağlı ve çaplı atılımların yapıldığı bir süreçten geçiyoruz.
En yakın örnek ATAK helikopterinin hangi ülke tarafından gerçekleştirileceğine ilişkin prosedür belirlendi. Milli Tank Projesi de üzerinde hızla ilerlenen projeksiyonlardan biri. Diğerleri de sırada. Üstelik hepsi hem mali portreleri açısından hem de stratejik bağlamda ciddi önem taşıyorlar.
Kör silah!..
TSK’nın bu türden güçlü ve ileri teknoloji silahlarına ilişkin en büyük tartışma konusu ise yıllardır aynı. Çoğu zaman “gerçekten öyle mi” tartışmaları yapılsa dahi özellikle savaş uçakları üzerinden yapılan tartışma, bu jetlerin “düşmanını görüp görmediği” ile ilgili.
Gerçek şu ki, bu Türkiye’nin elindeki modern savaş uçakları gerçekten sert silahlar. Hava Kuvvetleri’nin dünya çapında kalitesini birçok kez ispatlamış savaş pilotlarıyla birleştiğinde, düşman için oldukça tatsız bir durum ortaya çıkarıyorlar.
Ama mesele şu ki “düşman kim” sorusunu bu silahlar yanıtlayamıyor! Yani savaş uçaklarında bulunan mission (görev) bilgisayarları karşılaştığı uçakların dost veya düşman olup olmadıklarını söyleyemiyor. Daha doğrusu bir başka ülkenin, ABD’nin tehdit değerlendirmelerine göre söylüyor.
ABD ile savaşsak kimi vuracağız?
NATO üyesi ülkelerin uçakları ile karşılaşan jetler bunları dost olarak tanımlıyor ve silah sistemleri kilitleniyor. Yani müdehale edemiyorsunuz. Şaka yollu söylemek gerekirse, “savaşan şahinler”, “savaşamayan güvercinler” oluyor.
Örneğin-olmaz ya-ABD, İngiltere veya Yunanistan uçakları ile herhangi bir nedenle savaşacak olsanız uçakların silah sistemleri problem çıkaracak durumda. Bu hal uzun zamandır Türkiye’yi rahatsız ediyor ve meselenin halli için defalarca ABD’ye girişimde bulunulmasına rağmen elde edilen bir sonuç yok.
Doğru olan elbette bu uçaklarda Türkiye’nin kendi belirlediği dost-düşman tanımlarının bulunması.
ASELSAN’ın çözdüğü kodlar!
Kısa süre içinde ardı sıra gelen mühendis intiharlarıyla gündemde yeralan ASELSAN bu sorunu şimdi aşmış bulunuyor. Yani ASELSAN milli bir yazılım gerçekleştirmiş ve hatta bunları tank ve helikopterlere uygulamış durumda. Ancak savaş uçaklarında problem sürüyor. Çünkü ABD, bu yazılımların uçaklara konulmasına izin vermiyor. Kendi programlarının kalmasında ısrarlı.
Esasen bu oldukça sıkıntılı bir durum. Sorunun teknik bir detay olmadığı çok açık. Politik ve askeri açılımları bulunuyor. Ama ne olursa olsun aşılması gerekiyor. Türkiye işin teknik engeleni aşmış durumda. Tek yapılması gereken milli yazılım programlarının görev bilgiyasarlarına entegre edilmesi.
Peki ASELSAN intiharlarının bu yazılımla bir ilgisi var mı? Bu konu açık bir milli güvenli sorununa dönüşmüş gibi. Konvansiyonel medyanın durumu da aynı. Hiçbir yerden ses çıkmıyor. Ses çıkmadıkça da bu intiharlar üzerindeki spekülasyonların sayısı hızla artıyor.
Bir yandan intihar edenlerin ailelerinden “öldürüldüler” sesleri yükselirken, öte yandan milli yazılım ile bu intiharlar arasında bir bağ olup olmadığı araştırılıyor. Doğal olarak intiharların ardında, bu yazılımın hayata geçirilmesinden rahatsızlık duyanların olabileceği de kulaktan kulağa yayılıyor.
NOT : Milli Tank projesi yerli sermaye olan (KOÇ grubunun) OTOKAR firmasına verildi.
- 31 Mart 2007: 09:10 #52409
inanç şinel
KatılımcıKAOSUN NEDENİ GENİŞLETİLMİŞ ORTADOĞU PROJESİNİ HAYATA GEÇİREBİLMEKTİR.BU PROJEYİ HAYATA GEÇİRMEK EMPERYALİZM İÇİN ( ABD,AB ) HAYATİ ÖNEME SAHİP, DÜNYA ENERJİ KAYNAKLARINA HAKİM OLABİLMEK ADINA OLUSTURULACAK YENİ DÜZENDE TÜRKİYENİN KİLİT NOKTADA OLMASINDAN DOLAYI ELDE TUTULMASI BÜYÜK ÖNEM TAŞIYOR.BUNU DA ILIMLI İSLAM POLİTİKASIYLA (FETTULLAH GÜLEN VB CEMAATLERLE) YAPACAKLAR , HABERLERİ BİRAZ DİKKATLİ İZLERSENİZ GÖRÜRSÜNÜZ CUMHURİYETİN TEMEL İLKELERİ ÇOKTAN SULANDIRILMAYA BAŞLANILMIŞ BU ÜLKEDE. HER FIRSATTA BU ÜLKENİN YILMAZ BEKÇİLERİNE BOK ATMA YARIŞINDA OLAN BU ZİHNİYET VE BUNLARIN YALAMASI SATILMIŞ MEDYADIR.YANI BASTIR PARAYI İSTEDIGIN GIBI ÖTSÜN SATILMIŞ MEDYA , DANISTAYDA ÖLDURULEN HAKIMLERI BİLE MİLLİYETÇİLERE ULUSALCILARA MALEDIP ÖLDURDU DEMEYE KALKISTILAR AMA İNANDIRAMADILAR BU MILLETI ÇUNKU INANDIRICILIKLARINI GERCEKCILIKLERINI KAYBETTILER.
YUKARIDA ANLATTIGIN 3 TÜRK MÜHENDİSİ ASELSAN DA F-16 SAVAS UCAKLARININ HABERLESME SİSTEMLERINI MODERNIZE EDECEK VE DIS MUDAHALELERE KARSI TURK UCAKLARINI KORUYACAK OLAN YEPYENI VE MUDAHALENIN IMKANSIZ OLDUGU BIR PROJEDE ÇALISIYORLARDI .AMA MALUM OLAYLAR SONUCU BIR BIR ORTADAN KALDIRDILAR ,AMAÇ HERZAMAN VE HER OLAYDA OLDUGU GİBİ TÜRKİYEYİ HER ACIDAN DISARIYA BAGIMLI KILMAKTIR VE BU UGURDA HER YOLA BASVURMAKTADIRLAR.
ZAMAN OLARAK ÇOK KRİTİK BIR DÖNEMDEYIZ.BİR YANDA BÜYÜK ORTADOĞU PROJESININ EŞ BAŞKANI BİR YANDA SATILAN YOK PAHASINA SATILAN ÜLKE KAYNAKLARI ARAZİLERİ BİR YANDA DA AÇ TÜRK HALKI !
BU DÜZEN BÖYLE NE KADAR DEVAM EDER BİLMİYORUM AMA ADALETİN OLMADIGI BİR YERDE HUZUR OLMAYACAGI DA KESİNDİR !
SAYGILARIMLA.
- 30 Mart 2007: 14:22 #47853
inanç şinel
KatılımcıNormal Çankaya…
AKP'liler açıklamış…
“Olursa, böyle olacak…”
Yani?
“Başbakan, Cumhurbaşkanı olursa, ilk önce, normalleştirme projesi uygulayacak” mış.Mevcut durumun “anormal” olduğunun farkındalar demek ki.
Zaten, El Kadı'ya “kefil” olurken, adında Cumhuriyet olan bir partinin seçilmiş genel başkanına “çukur” demenin, normal bir tarafı yok.
“Kelle” lafı ortada dururken, bu ülkenin yurtsever insanlarına “kafatasçı” demek de, pek normal değil.Peki nedir normali?
Anayasa, madde 103…Cumhurbaşkanı sıfatıyla, devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma, Anayasa'ya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılâplarına ve laik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma, milletin huzur ve refahı, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerinden yararlanması ülküsünden ayrılmayacağıma, Türkiye Cumhuriyeti'nin şan ve şerefini korumak, yüceltmek ve üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma, büyük Türk milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine andiçerim.
Cumhurbaşkanı, bu yemini edecek.
“İlk önce…”
Bağımsızlığımızı koruyacak… Bölünmez bütünlüğümüzü koruyacak. Anayasa'ya bağlı kalacak. Atatürkçü olacak. Laik olacak. Şerefimizi yüceltecek. Tarafsız olacak.Tek kelimesini atlarsan, atladığın yerden değil, en baştan tekrar okumak zorundasın.
“İlk önce” yapılması gereken bu.
Yoksa, “vakti zamanı gelince normalleştiririz” falan demenin alemi yok.
Normali yazıyor Anayasa'da.yılmaz özdil
- 24 Mart 2007: 22:20 #47852
inanç şinel
KatılımcıSayın, kelle…
Dedi mi?
Demedi mi?
Göbeğimiz bağlı olmadığına göre…
Karnımızdan konuşmayalım.CHP Lideri sayın Deniz Baykal'ın “isteyene ses kaydını vereyim, dinlesin” dediği, malum radyo konuşmasındaki kritik cümleler aynen şöyle…
Bir yerinde, “şimdi buradan ben sayın Öcalan'ın durumuna gelmek istiyorum” diyor…
Bir yerinde de, “sayın Öcalan düşüncelerinin değil, şu anda almış olduğu kellelerin hesabını veriyor” diyor.Ama ne deniyor?
“Demedi” deniyor.Bazı tarafsız (!) gazeteci arkadaşlar ise, duy da inanma diyemiyor, çok önemli değil, abartmayalım demeye getiriyor.
E soralım o halde…
Mesela Bush, ikiz kulelerden bahsederken, “sayın Bin Ladin” dese…
Üzerinde durmaz mı kimse?
Veya, bombayla metroda can veren kurbanlar için “kelle” dese Tony Blair…
Rencide olmaz mı İngiltere?Oralara gitmeye de gerek yok aslında.
Yaşadık örneğini…
Eski başbakanlardan Tansu Çiller, bir basın toplantısında, ağzından kaçırdı, “sayın Öcalan” deyiverdi… Ama daha cümlesini bitirmeden, devirdiği çamın farkına vardı ve anında “sehven söyledim, bizim ağzımıza yakışmaz tabii ki” dedi.
Düzeltti yani vaziyeti.
Düzelttiği için de “milletten özür dile” diyen olmadı… Savcılığa suç duyurusunda falan bulunulmadı.
Bu değil midir normali?Madem çok kibarız…
“Pardon” demek niye bu kadar zor?Yılmaz Özdil
- 24 Mart 2007: 22:16 #52407
inanç şinel
Katılımcıve satılmış Türk Basınının ağlanacak halidir ;
Tespih…
Türkiye'nin en zengin insanı kim?
Satan.Evet, Türkiye'nin en zengin insanı, malını mülkünü yabancıya satan bir işadamı.
Halbuki, dünyanın hangi gelişmiş ülkesine giderseniz gidin, o ülkenin en zengin insanı, mutlaka “üreten” işadamıdır.
Bizde, satan.O yüzden, kamuya ait arazi elin Arap'ına satılınca bütün gazetelerimize mutluluk verici, müjde dolu kelimelerle manşet oldu…
“Türkiye kazandı…”
“Burma bilezik…”
“Şeyh bereketi…”
Neden mutluyuz? Sattık çünkü.Milletin malını mülkünü sattıkları zaman, seviniyor bu ülkenin basını… Hele yabancıya satıldıysa, ayakta alkışlıyor. Alkışlamayana da kızıyorlar… İlla sevineceksin.
Hatırlarsınız… Bizim şakşakçı gazeteciler, Türk Bankası'nı satın alan Yunan Bankası'nı gezmeye gitmişlerdi… Adamlar da, duvarlarındaki “Türk kafasını ezen Yunanlı” tablolarını göstermişti bunlara… Gık dememişlerdi… Ben de “aferin” demiştim.
Kızdılar… Ahlaksız falan dediler bana.
Meslekten atılmamı isteyen bile oldu.Şimdi aynı tayfanın yeni bir marifeti ortaya çıktı… Gene “tablo” ile alakalı.
Bizim Merkez Bankası'nın kasasında 800 adet tablo var. Kuruluş yıldönümü vesilesiyle bir sergi açıldı. Bu tablolar sergileniyor.
E gazeteciler gitmiş tabii.
Bakmışlar bakmışlar tablolara… Sonra da, Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz'a ne demişler biliyor musunuz?
“Bunları satsak, kaç dolar eder?”Basına bak!
Gezdir Topkapı'yı…
Kaşıkçı'ya müşteri getirsinler.Ama böyle bitmiyor hadise…
Gazeteciler pişmiş kelle gibi sırıtırken, Merkez Bankası Başkanı lafı ağızlarına sokmuş… Demiş ki:
“Sanatın değeri, parayla ölçülmez. Üstelik, bu tablolar çocuklarımıza kalacak. Babadan kalma tespihi sat, döner ye, olmaz! Çalış, kazan, öyle ye.”Tekrar yazayım…
“Sanatın değeri, parayla ölçülmez. Üstelik, bu tablolar çocuklarımıza kalacak. Babadan kalma tespihi sat, döner ye, olmaz! Çalış, kazan, öyle ye.”Kendisine teşekkür ediyorum.
Ve…
Gazete yöneticilerine bir önerim var. Merkez Bankası Başkanı'nın bu lafını alın, çerçeveletip, ekonomi servislerine asın!
Memleketin içine düştüğü “tablo” yu anlamıyorlar… Belki bu lafı göre göre, ne demek istediğini anlarlar.yılmaz özdil
- 24 Mart 2007: 22:14 #51725
inanç şinel
KatılımcıTespih…
Türkiye'nin en zengin insanı kim?
Satan.Evet, Türkiye'nin en zengin insanı, malını mülkünü yabancıya satan bir işadamı.
Halbuki, dünyanın hangi gelişmiş ülkesine giderseniz gidin, o ülkenin en zengin insanı, mutlaka “üreten” işadamıdır.
Bizde, satan.O yüzden, kamuya ait arazi elin Arap'ına satılınca bütün gazetelerimize mutluluk verici, müjde dolu kelimelerle manşet oldu…
“Türkiye kazandı…”
“Burma bilezik…”
“Şeyh bereketi…”
Neden mutluyuz? Sattık çünkü.Milletin malını mülkünü sattıkları zaman, seviniyor bu ülkenin basını… Hele yabancıya satıldıysa, ayakta alkışlıyor. Alkışlamayana da kızıyorlar… İlla sevineceksin.
Hatırlarsınız… Bizim şakşakçı gazeteciler, Türk Bankası'nı satın alan Yunan Bankası'nı gezmeye gitmişlerdi… Adamlar da, duvarlarındaki “Türk kafasını ezen Yunanlı” tablolarını göstermişti bunlara… Gık dememişlerdi… Ben de “aferin” demiştim.
Kızdılar… Ahlaksız falan dediler bana.
Meslekten atılmamı isteyen bile oldu.Şimdi aynı tayfanın yeni bir marifeti ortaya çıktı… Gene “tablo” ile alakalı.
Bizim Merkez Bankası'nın kasasında 800 adet tablo var. Kuruluş yıldönümü vesilesiyle bir sergi açıldı. Bu tablolar sergileniyor.
E gazeteciler gitmiş tabii.
Bakmışlar bakmışlar tablolara… Sonra da, Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz'a ne demişler biliyor musunuz?
“Bunları satsak, kaç dolar eder?”Basına bak!
Gezdir Topkapı'yı…
Kaşıkçı'ya müşteri getirsinler.Ama böyle bitmiyor hadise…
Gazeteciler pişmiş kelle gibi sırıtırken, Merkez Bankası Başkanı lafı ağızlarına sokmuş… Demiş ki:
“Sanatın değeri, parayla ölçülmez. Üstelik, bu tablolar çocuklarımıza kalacak. Babadan kalma tespihi sat, döner ye, olmaz! Çalış, kazan, öyle ye.”Tekrar yazayım…
“Sanatın değeri, parayla ölçülmez. Üstelik, bu tablolar çocuklarımıza kalacak. Babadan kalma tespihi sat, döner ye, olmaz! Çalış, kazan, öyle ye.”Kendisine teşekkür ediyorum.
Ve…
Gazete yöneticilerine bir önerim var. Merkez Bankası Başkanı'nın bu lafını alın, çerçeveletip, ekonomi servislerine asın!
Memleketin içine düştüğü “tablo” yu anlamıyorlar… Belki bu lafı göre göre, ne demek istediğini anlarlar.yılmaz özdil
- 24 Mart 2007: 22:03 #52406
inanç şinel
Katılımcıozan kardeşim anlattıklarına katılmakla birlikte bu ülkenin insanlarının nasıl bir satılmış basın yönlendirilmesiyle uyutulduğunu da hatırlatmak isterim.Aslında 4-4.5 senedir hepimizin söylediği ve milletimize anlatmaya çalıştığımız tehlikelere örnek olması açısında bundan tam 74 sene evvel Büyük Önderin Söylediklerine kulak vermekte yarar var ;
Bursa Nutku
Şubat 1933'te Bursa Ulucami'de toplanan 100 kadar irticacı camilerde Türkçe ezan okunmasına karşı bir ayaklanma girişiminde bulunurlar. Ayaklanma kısa sürede bastırılır. Atatürk Bursa'ya gider. Çekirge yolu üzerinde bulunan bir köşkte akşam yemeği yenildiği sırasında bir kişi Atatürk’e ayaklanmayla ilgili olarak şöyle diyecek olur: “Bursa gençliği olayı hemen bastıracaktı, fakat zabıta ve adliyeye olan güveninden ötürü…” Atatürk hemen konuşmakta olan kişinin sözünü keser ve aşağıdaki konuşmayı yapar:
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, “Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır” demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, “Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir” diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek, “demek adalet örgütünü de düzeltmek, yönetim biçimine göre düzenlemek gerek”
Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, “ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir.”
İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!
Mustafa Kemal Atatürk
Bursa, 5 Şubat 1933 - 18 Mart 2007: 17:19 #51724
inanç şinel
KatılımcıMorgıç gıç ister…
Ayağımız mı sıkıyor, nedir…
ABD'de yüz senedir tıkır tıkır işleyen morgıç sistemi, Türkiye'de morgıç kanunu çıktıktan bir hafta sonra iflas etti!Özüne bakarsak…
Yen carry trade'i kapanıyor olabilir. Esas olarak problem, margin call'lardan kaynaklanıyor da olabilir. Ya da gelişmeler olsa olsa, hedge fonların aynı pozisyona daha iyi seviyeden dalmasına yardımcı olabilir… Veya, kredi spreadleri kademeli olarak yükselmeye devam ederse, FED faizleri beklenenden hızlı inebilir… Bunu gören hedge fonları, Yen'deki short pozisyonlarını hemen boşaltabilir de, diyebiliriz.Ama bunu böyle dersek…
Dişinden tırnağından arttırıp, asgari ücretiyle 2 oda 1 salon almayı hayal eden triko işçisi İbrahim'e pek faydası olmaz.Dolayısıyla finansal ukala dümbelekliğini bırakıp, Türkçe konuşalım…
“En saf alıcı teorisi” deniyor buna.Sene 1929…
Suikaste kurban giden ABD Başkanı Kennedy'nin babası Joseph Kennedy, Wall Street'in en büyük yatırımcılarından biriydi. Bir gün yürüyerek işe gidiyor… Ayakkabısını boyatmaya karar veriyor. Koyuyor ayağını, boyacı tezgahına… Bir yandan laflıyorlar. Boyacı diyor ki, “borsada acayip para var abi, son aylarda müthiş kazandırıyor…” Bunu duyan Kennedy, içinden diyor ki, “boyacı bile borsadan para kazanıldığını düşünüyorsa, bu iş bitmiş, başka alacak kimse kalmamıştır…” O gün, elinde hisse senedi olarak ne var, ne yok, satıyor… Bir hafta sonra, tarihe “kara perşembe” olarak geçen 1929 krizi patlıyor. Borsa'daki hisse senetleri, tuvalet kağıdı oluyor. Sıfırı tüketenler gökdelenlerden falan atlıyor… Kennedy ailesi ise, “en saf alıcı” yı farkettiği için, servetini koruyor.Sebepleri çok farklı tabii ki.
Ama biraz da eğlenelim dersek…
Amerikalılar şöyle düşünmüş olabilir:
“Gıçında donu olmayan Türkler bile, asgari ücretiyle ev sahibi olabileceğine inandırılıyorsa, bu iş bitmiş kardeşim…”Yılmaz ÖZDİL , Sabah Gazetesi
- 18 Mart 2007: 17:12 #52379
inanç şinel
Katılımcıİşe başlayana kadar ; her yıl yaz aylarında 1 ay kadar kalırdım köyde, çocukluğumun tüm yaz ayları köyde yaylada geçti , açıkcası o zamanlar köy çok güzeldi doğa harika zaten ,insanlarda daha duruydu.
İş hayatına adım attıktan sonra ise köye gitmiyorum artık , sitemizin aracılıgıyla o güzellikleri tekrar tekrar yaşıyorum.
İyi ki Varsın Yesilyurt.org
- 10 Mart 2007: 19:06 #51723
inanç şinel
KatılımcıEt, süt…
Türkiye'de bir işçi, bir kilo et alabilmek için ne kadar çalışmak zorunda?
2 saat 48 dakika.
Almanya'da?
27 dakika.Türkiye'de bir işçi, bir litre süt alabilmek için ne kadar çalışmak zorunda?
22 dakika.
Belçika'da?
2 dakika.Gazeteler, “işçi” sendikalarının araştırmalarına küçücük de olsa yer verdiği için, bu tür kıyaslamalı rezaletleri öğrenebiliyoruz… Ama aynı gazeteler, “köylü”nün feryadına kulak vermediği için, gözden kaçırılan rezaletler de var. Örneğin…
Bir litre sütü kaça satıyor köylü?
40 kuruşa.
Markette kaça satılıyor?
1 lira 69 kuruşa.Yüzde 400'den fazla… Kâra bak!
Pet şişede bir litre su kaça?
50 kuruşa.
Yani?
Yani köylü, sattığı bir litre sütün karşılığında bir litre su alamıyor… Köylünün sütü, sudan bile ucuz bu ülkede.Ete bakalım…
Dananın kilosunu kaça satıyor köylü?
7 liraya.
Biz kaça alıyoruz?
Kuşbaşı 20, bonfile 30.Yüzde 300, yüzde 400.
Bitmedi…
Kasaba gidip, ne diyorsunuz hep?
“Bana yağsız dana eti ver.”
Hepimiz, dana eti istiyoruz.
“Bana inek eti ver” diyen var mı?
Ben duymadım.Peki, kim yiyor bu inekleri?
Cevap maalesef şu…
Köylüden 1 yaşındaki dananın kilosunu 7 liraya alıyorlar… 10 yaşındaki, artık süt vermeyen ineğin kilosunu da 5 liraya alıyorlar.
Birleştir… Ortalaması, 6 lira.
Sonra da, hepsini birden “dana eti” diye kakalıyorlar.Böylece kâr, yüzde 500'e çıkıyor!
Hem canına okuyorlar köylünün, etini sütünü yok pahasına elinden alıyorlar…
Hem de, “bu köylü cahil, verimli üretim yapamıyor” diyerek, yurtdışından canlı hayvan ithal etmek istiyorlar…
Gübrede, tohumda yaptıkları gibi.Resmen bitiriliyor köylü.
Yok ediliyor.
Buğdaya, pancara, pamuğa gir…
Aynı.
Onun için hapislere düşüyor köylü… Onun için haciz yiyor. Onun için traktörünün borcunu ödeyemiyor. Onun için satıyor tarlasını, bahçesini.
Kendi kendine yeten 7 ülkeden biriydi burası… Şimdi artık köylüsü bile kendi kendine yetemiyor.Dikkatinizi çekerim…
Sürekli “köylü, köylü” diyorum… Belki siz “şehirli” olduğunuz için üstünüze alınmıyor olabilirsiniz.
Alınsanız iyi olur.
Çünkü köylü ne kadar küçülürse, sizin yediğiniz kazığın boyu da o kadar büyüyor.yılmaz özdil
- 10 Mart 2007: 19:05 #51722
inanç şinel
KatılımcıBuğday…
Nevşehir'de 10 bin çiftçiye haciz geldi.
Kırıkkale'de 2 bin çiftçiye haciz geldi.
Erzurum'da 11 bin çiftçiye haciz geldi.
Kars'ta 3 bin çiftçiye haciz geldi.
Konya, Karaman, Aksaray ve Niğde'de 40 bin çiftçiye haciz geldi.
Balıkesir'de 3 bin çiftçiye haciz geldi.
Adana'da 8 bin çiftçiye haciz geldi.
Gelen gelene…Niye?
Sene 1990…
Buğdayın kilosu 55 kuruş.
Sene 2007…
Buğdayın kilosu 35 kuruş.
E haciz gelir tabii.Dün, 2 kilo buğday satıp, 1 litre mazot alabilen çiftçi… Bugün, 5.5 kilo buğday satıp, 1 litre mazot alamıyor.
Sadece mazot olsa, gene iyi.
Ekim, Kasım… Buğdayı ekerken, DAP gübresi atması lazım. Atabildi mi? Atamadı.
Çünkü pahalı.
Şubat… Ekinler 10 santim kadar oldu. Yabani otlar çıktı. Ot ilacı atması lazım. Atabildi mi? Atamadı. Atamaz. Pahalı.
Gelecek ay, Nisan, olmadı Mayıs… Nitrat gübresi atması lazım. Atabilecek mi? Atamayacak. Bir çuval nitrat, 24 lira. Düşün tarlayı.
Hasat geldi… Haziran, Temmuz.
Gereğini yapamadığı için 1 dekar tarladan, en fazla 200 kilo buğday alacak.
Gereğini yapabilseydi, 1 dekar tarladan, 1 ton buğday alacaktı.
Avrupalı alıyor.Diyelim ki, gereğini yaptı… Atılması gerekeni attı, 1 dekar tarladan, 1 ton buğday aldı.
O çiftçi ayvayı yedi!
Niye?
Gereğini yapıp, 1 ton buğday almak için, 450 lira masraf yapması gerekiyor.
Kaça satacak 1 ton buğdayı?
350 liraya.
Ton başına 100 lira içerde.E haciz gelir tabii.
Peki ne yapılabilir?
Mesela…
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği, Ankara'da Polatlı'da, pilot bölge seçti.
Çiftçiye, 700 bin lira destek verdi…
Verim, 64 milyon lira arttı.1 koydu… 90 aldı.
O halde…
İçinde cevabı olan soru şudur:
Oy deposu varoşa, şakır şakır bedava bulgur dağıtmasını bilenler…
Buğday deposu Anadolu'ya üç kuruş fazla vermeye neden kıyamıyor?Endişeleniyorum…
Çünkü hasat zamanı seçim var.
Bu gidişle… Köylüden alıp, varoşta dağıtacak bulgur bulamayacaklar!yılmaz özdil
- 10 Mart 2007: 18:53 #47851
inanç şinel
KatılımcıTakkeli şarapçı… Viskici takunyalı…
Bir basın karnesi çıktı ortaya…
Hangi gazeteciler asker karşıtı?
Hangi gazeteciler asker yandaşı?
24 saat geçmeden…
Bir basın karnesi daha çıktı ortaya.
Hangi gazeteler AKP karşıtı?
Hangi gazeteler AKP yandaşı?“Neden” böyle bir tasnif yaptıklarını anlıyorum… Ama “neye göre” böyle bir tasnif yaptıklarını anlamak, hakikaten güç.
Çünkü…Hem 12 Eylülcü, hem Özalcı, hem Demirelci, hem Çillerci, hem Erbakancı, hem Yılmazcı, hem 28 Şubatçı, hem Erdoğancı olan gazeteciler var.
Bunlar hangi kategoriye giriyor?Şarap içenler fişlenmiş mesela…
Rakı içenler ne olacak?Şarap sorunsa eğer…
Hem tarikatçı olup, hem de Ramazan'a denk gelen “happy birthday” partisinde şarap içen gazeteci var…
Bunun AKP lehine yazdıkları caiz midir?Hem Nişantaşı barlarından çıkmayan, hem sosyete kulüplerinin gülü olan… Aynı zamanda tarikatçıları alenen desteklediği halde, asker yandaşı listesinde olan da var.
Raporu yazan subay uyuyor mu?
Televole seyretmiyor mu?Diyelim ki, sabah içtimaya kalkacak, erkenden yatıyor, o yüzden seyredemiyor…
Peki “sicil” e de mi bakmıyor?
Çünkü “tırışkadan rapor” la askere gitmeyip, asker yandaşı görünen de var.Gazeteci cemiyetleri, konseyleri falan da, ayağa kalkmış… Neymiş, “basın özgürlüğüne aykırıymış” bu tür hareketler.
Ben soruyorum o halde…
4 bin lira maaş alıp, tripleks villada oturan gazeteci var… Yemese içmese, bahçe masrafını bile karşılayamaz o maaşla.
Bıraktık villayı, hiç transfer parası almadığı halde, köşkte oturan gazeteci var, köşkte!
Hepsine mi babasından miras kaldı?
Nereden geldiği belli olmayan bu “değirmenin suyu” basın özgürlüğünün neresinde?Bunların ipliği…
Listesi ne zaman çıkacak pazara?yılmaz özdil
- 27 Şubat 2007: 10:06 #47850
inanç şinel
KatılımcıOkşanası yanaklar…
Bizim horonbaşı Başbakan'ın yanağını şap şap'ladı ya… Ahali bunu konuşuyor.
Öncelikle şunun altını çizeyim…
“Gazeteci, Başbakan'ın yanağını okşayabilir mi, okşayamaz mı” tartışması, çok saçma bana göre.
Okşadı. Demek ki, okşayabilir.Alan razı veren razı olduktan sonra, ister makas alır, ister kulağını çeker, ister brunch'a davet eder, ister mangala çağırır, sana ne?
İktidarın başındakiyle hatıra fotoğrafı çektirebilmek için kapısında yatanların, şimdi hiç utanmadan “olur mu böyle şey” falan demesi, “ciğere ulaşamayan kedi” psikolojisidir.Ama benim takıldığım yer, başka…
Şekil fetişizmi var bu ülkede.
Herkes zarf'la meşgul.
Mazruf'a bakan yok.Mesela ne demiş bizim horonbaşı Başbakan'ın yanağını okşarken… “Aman ekonomide bu çizgiden sapmayın” demiş.
Bu, tartışılmıyor.Dünyanın en pahalı benzini bizde.
Dünyanın en pahalı mazotu bizde.
Dünyanın en pahalı doğalgazı bizde.
Dünyanın en pahalı gübresi bizde.
Dünyanın en pahalı elektriği bizde.
Dünyanın en yüksek faizi bizde.
Ne varsa sattık, borç azalmadı, arttı.
Dolaylı vergide rekor bizde.
İhracat, ithalatı karşılamıyor…
Cari açık rekoru bizde.
Tarım ceset.
Esnaf komada.
“Kayıtdışı ekonomide başarısız olduk…”
Bu itirafı yapan, bizzat, bu hükümetin Ekonomiden Sorumlu Bakanı.
Devletin resmi rakamlarına göre…
1 milyon kişi aç.
18 milyon kişi yoksul.
Üstelik, gayriresmi rakamların daha yüksek olduğunu hepimiz biliyoruz… Ne kadar ambalajlarsan ambalajla, 10 milyon kişi işsiz.
Zengin daha zengin…
Fakir daha fakir oldu.Bu mudur “aman sapılmaması” gereken ekonomideki çizgi?
Bunların tersi olsun, bırakın yanağını okşamayı, sırtında taşımalı Başbakan'ı, gazeteci.
Ama vaziyet buysa…
İktidarı okşarken, milleti kim öpüyor, arada bir onu da merak etmeli insan.YILMAZ ÖZDİL
- 25 Şubat 2007: 16:44 #51721
inanç şinel
KatılımcıSevişecek bekâr eleman aranıyor…
Genç okurlar sık sık sorar…
“Kimleri okursunuz?”
“Hangi yazarları tavsiye edersiniz?”Küçük ilanları tavsiye ederim.
Kendileri “küçük” tür ama, “büyük” manzarayı anlatırlar bize…
Bizzat vatandaş tarafından yazıldığı için “hayatın gerçeği” dir.
Sağlam fikirler verir, nasıl bir ülkede yaşadığımız hakkında.Mesela… “Otopark işinde 5 yıl deneyimli, kefil verebilecek eleman aranıyor” demiş bir tanesi.
Manzara budur.
“İşsizlik azaldı” deniyor ama, otopark kahyalığı için bile “kıdem”
ve “torpil” gerekiyor bu ülkede.“Dershanemize acilen Türkçe öğretmeni alınacak, stajer olabilir” demiş biri.
Hakikaten acil.
Stajer yazmalarından belli.“Yeni açılacak pastanemize tecrübeli garson aranıyor, görüşmeler gizli tutulacaktır…”
Sanırsın MİT'e alıyor garsonu.“Çay ve kahve yapmayı bilen aşçı aranıyor…”
Bilmeyeni var demek ki.
“Sulu yemekten anlayan dönerci aranıyor.”
Ya “zeytinyağlı döner” icat etti…
Ya da “dönerci yevmiyesiyle bütün mutfağı sana yıkacağım, haberin olsun” demenin kibarcası…“Hastanemize tam gün çalışacak, tecrübeli beyin cerrahi uzmanı alınacaktır.”
İster misin Gazi Yaşargil başvursun…Ama en güzeli şu:
“Yeni kurulan hastanemiz için nöroloji, göz, genel cerrahi, plastik cerrahi, dermatolog, dahiliye, çocuk, kadın doğum, kardiyoloji, radyoloji, fizik tedavi, anestezi uzmanları ile ameliyat ve yoğun bakım hemşireleri aranmaktadır.”
Ha gayret!
Geriye kaldı, üç nal, bir at.“Telefona bakacak bekâr ve fiziği düzgün bayan aranıyor.”
Evli ve paçozlar telefona iyi bakamıyor, malum.
“28 beden, 1.65 veya 1.70 boylarında sekreterlik yapabilecek eleman alınacaktır.”
Oha!
“Evinden çalışacak tecrübeli veya tecrübesiz sohbet operatörü bayanlar aranıyor.”
Ön sevişme şartı yok yani.
Tecrübesiz de kabul.“Üniversite mezunu, halkla ilişkilerde en az 5 yıl deneyimi olan, yabancı dil bilen, diksiyonu düzgün, otomobil ehliyeti sahibi, yurtiçinde seyahat engeli olmayan erkek eleman aranıyor.”
Beni tarif etmiş adam…
Aradım telefonla.
Maaş 500 lira.
Artı yemek.
Pazarlamacı.Şuna bayıldım…
“Büyükbaş hayvanların çiftlik işinden anlayan aile alınacak… Ciddi olanlar arasın.”
İnekler karakter sahibi çünkü.
Hoşlanmazlar yılışıklardan.Şöylesi bile var…
“Ülke sorunlarının çözümü ile ilgili araştırmalar yapmak üzere kurulmakta olan araştırma kurumunun yönetiminde yeralacak, araç kullanabilen asistan alınacaktır…”
Benim anladığım şu…
Şoför alacaklar!
Arada bir arka koltuktan “ülke sorunlarının çözümü” için soracaklar,
“ne olacak bu memleketin hali?”Bugün pazar…
Vakit bol.
Açın, okuyun küçük ilanları. Memleketin halini merak ediyorsanız, hepinize tavsiye ederim.yılmaz özdil , sabah gazetesi
- 24 Şubat 2007: 10:07 #51720
inanç şinel
KatılımcıTürkiye'de 'yalancı bahar' yaşanıyor
19.02.2007 / Yiğit Bulut / YorumSon birkaç günlük soğuk dalgası gelmeden önce, evden çıkarken gördüğüm manzarayı tarif etmek istiyorum. Çiçekler zamanından önce açmış, ağaçlar filiz vermeye başlamış, kuşlar ötüyor, hava sıcak. Kısacası bahar gelmiş. Gördüğüm manzara beni ekonomide yaşadığımız “dışarıdan girişe dayalı bahar” tablosunu düşünmeye itti. Özel sektör ve vatandaş süratle döviz borçlanıyorlar, döviz makro dengelerden kopuk bir şekilde sadece dünyadaki fazla paranın spekülatif girişi ile düşüyor, cari açık rekor üstüne rekor kırıyor, dış politikada tarihin en ağır darbelerini alıyoruz ama sıcak paraya dayanan “biz yaptık” havası içinde olanlar asla algılanmıyor.
Kısacası durumumuz doğadan farklı değil. Biz de yalancı baharı yaşıyoruz.
Değeri dostlar, yukarıdaki tablo doğadan yola çıkarak vardığım bir benzetme.
Peki genel algılama yalancı bahar etkisiyle kayıyor da yıllarını bu işe vermiş bazı arkadaşlar özellikle basın mensupları ve bazı uzman akademisyenler gidişi nasıl göremiyorlar? Hatta durumu o kadar abartıyorlar ki, bazılarının kamuoyunun karşısına çıkıp yaptıkları yorumlara inanamıyorum. Her şey çok iyiymiş, bunun göstergesi olarak faiz düşüyor, borsa yükseliyormuş, dolar son ayların en düşük seviyesindeymiş ve en önemlisi artan açıklar da abartılıyormuş!
İçeriden almadan çıkmayacak
Sonuç 1: Bu ülkede içeriden ve dışarıdan sokulan para zoruyla oluşturulan dalgalara karşı çıkmak her ne kadar yok olmayı göze almak olsa bile, yaratılan suni Avrupa Birliği (AB) gündemine nasıl sonuna kadar karşı çıktıysam, her ne olursa olsun çizilen bu yalan dünya tablosuna da sonuna kadar karşı durmak istiyorum. Sorarım bu arkadaşlara; ülkemizde insanların yüzde kaçının öve öve bitiremediğiniz o finans piyasalarında parası var? Daha açıkçası yaşadığımız yalancı baharın reel anlamda bu toplumun ne kadarına etkisi var?Değerli dostlar, bu arkadaşlara ne kadar olduğunu ben söyleyeyim; bu ülkede öve öve bitiremedikleri finans piyasalarından yararlananların sayısı yüzde 5’den az. Gerisi emeğiyle yaşayan ve sizin makro ekonominin ana göstergesi olarak algıladığınız ve algılattığınız piyasalardan asla yararlanamayan insanlar. Onların dünyası sizin dünyanız gibi sıcak parayı basınca şişen sanal bir yapıdan ibaret değil.
İşin kötüsü hükümet de sıcakçılar gibi bir algılama ve düşünceye sahip. Başbakan çıkıp açıklama yapıyor; borsa 48.000 olacak diye. Yabancı kurumların bu ay sokup gelecek ay dışarı çekecekleri bir para girişi ile borsa patlasa, dolar 1.30’lara gerilese sokaktaki işsiz iş bulabilecek mi? Tam tersi işsiz daha uzun süre işsiz kalacak. Sıcak para giderken içeriden de götüreceği gibi suni olarak düşen kur ihracat yapıp ayakta kalmaya çalışanları vuracak.
Sonuç 2: Sizin yükselen borsanız, düşen kurunuz, halkın yüzde 95’ine hiçbir şey katmadığı gibi tam tersi onların hakkını da emerek çıkacak. Yukarıda anlattıklarım işin bir kısmı. Bir de reel sektörün ana damarının elimizden kayması gibi daha hazin bir bölüm var. Bu konuda da ben o modaya uymayacağım, daha önce yazmama rağmen bir kez daha yazacağım, birileri uyanana kadar bir kez daha yazacağım, hatta son yazım bile olsa bir kez daha yazacağım, mali sektörü olmayan bir ülkenin ana hayat damarı kopmuş demektir!
Nedenine gelince. Bu noktada sizlere bazı detayları hatırlatmak ve sonrasında bazı sorular sormak istiyorum. Önemli Türk bankalarının yabancı sermayeli kuruluşlara satış detayları:
* TMSF elindeki Sitebank'ı Yunan Novabank'a sattı.
* TEB'in yüzde 50'si Fransız BNP'ye satıldı.
* Yapı Kredi, TMSF tarafından Unicredito-Koç ortaklığına satıldı.
* Dışbank, Fortis'e satıldı.
* Garanti Bankası'nın kontrol hissesinin yarısı GE Finance'a satıldı.
* C Bank'ın kontrol hissesinin tamamı İsrail Bank Hapoalim'e satıldı.
* Finansbank, Yunan NBG'ye satıldı.
* Tekfenbank, Yunan EFG'ye satıldı.
* Denizbank, Dexia'ya satıldı.
* Şekerbank'ın kontrolü Kazakistan'dan Bank Turan'a geçti.
* Adabank, bir Kuveyt finans kuruluşuna satıldı.
* MNG Bank, Hariri ailesine satıldı.
* Akbank’ın yüzde 20’si Citibank’a satıldı ve Oyakbank satış için vitrinde, kamu bankaları özelleştirme kuyruğunda.
Bu detaylar sonrası yeniden sormak istiyorum:
1- Mali sektörü olmayan bir ülke nereye gidebilir?
2- Reel sektörü mali sektörün fonladığı gerçeğini dikkate alırsak; parasının kontrolünün tamamen yabancıların eline geçtiği bir ülkenin, reel sektörünün rekabet etme kapasitesi ve gelişme kapasitesi de kontrol altına girmez mi?
3- AB ülkelerindeki firmalarla Gümrük Birliği içinde zaten haksız rekabete muhatap olan Türk firmaları, Avrupa kökenli bankaların kredi musluklarını kapattıkları bir ortamda, daha büyük bir haksız rekabete maruz kalmazlar mı?
4- AB ülkelerinde bankacılıkta yabancı payı neden düşük? Neden düşük kalması için özen gösteriliyor?
Tarih bugünleri yazacak
Sonuç 3: Bırakın bu “borsa yükseldi” masallarını da halkın ekonomisine bakın. Ülke altımızdan kayıyor ve birileri bu kayışı gölgelemek için para koyup trend yaratmak dahil her şeyi yapıyorlar. Tarih bu günleri yazacak. Ülkede üreten kesimin nasıl düşük kur, haksız Gümrük Birliği rekabeti, elden giden ve bir daha asla kredi üretmeyen bankalar gibi gerçekler altında ezildiğini, yok edildiğini yazacak.Son söz: Bu ülkede gerçekleri görebilen kimse kalmadı mı? Ülkenin mali sektörü elimizden kaydı, reel sektör can çekişiyor, kamunun en önemli varlıkları satıldı, kendi topraklarımız üstünde finansal-entellektüel ve askeri-endüstriyel bütün yapıların dışına itildik ve hala birileri çıkıp “uçuyoruz” diyor. Uçuyoruz ama uçurumdan aşağıya doğru, lütfen artık görün bu acı gerçeği.
- 20 Şubat 2007: 17:31 #47849
inanç şinel
KatılımcıYILMAZ ÖZDİL , SABAH GAZETESİ 20/02/2007
Bukalemun…
Gazete yapıyorsun…
Çok satarsa, usta gazetecisin.
Az satarsa, millet cahil.Kitap yazıyorsun…
Çok satarsa, büyük edebiyatçısın.
Az satarsa, bu millet anlamıyor.Ünlü bir yazar var… Çok satıyor. ” İdam kaldırılsın mı, kaldırılmasın mı” tartışılırken, idamın insanlık suçu olduğunu söylüyordu… Sonra gün geldi, çok satan kitaplarının korsanı çıktı. Kopyalayıp, satıyorlar işportada… Bu hümanist yazarımız ne dedi biliyor musunuz? “Emeğimizi çalan bu kitap korsanları asılmalı.”
Bir de ağabeyimiz var. Gazeteci. Duayen. O da, idam cezasının “ilkel kabilelere ait bir kavram” olduğunu yazardı hep… Bir gün, çok sevdiği bir arkadaşı, halk otobüsünün altında kaldı. Öldü. Duayen ağabeyimiz, “asın bu şoförü” diye yazdı.
“Çifte standart” tır bu ülkenin en büyük hastalığı… “Yanar döner” liktir. İşine geldiği gibi, “başın kıçın oynaması” dır. “Omurgasızlık” tır.
Bakın son örnek…
Kurtlar Vadisi.
Her gün “sınırsız özgürlükler” den dem vuran, AB'yi örnek gösterirken mangalda kül bırakmayan gazeteciler, sansürü nasıl da savunuyor…
“Televizyon dizisi deyip, geçemeyiz. Senaryodur diyemeyiz. Polat Alemdar tiplemesine, alt tarafı rol diyemeyiz. Bu dizi, terörü teşvik ediyor, mafyayı özendiriyor. Ceza şart. Bu cezaya, sansür denemez. Aydınların, halka rağmen, halkı koruması lazım.”Halbuki…
Aynı arkadaşlar, bir roman 301'den yargılanırken ne yazıyordu?
“Kardeşim alt tarafı bir roman bu… Nasıl olur da, bir roman kahramanı Türklüğe hakaret eder? Gerçek bir insan değil ki bu… Roman kahramanına ceza vermek, sansürdür. Hukuk cinayetidir. Halkın tercihlerine ipotek konulamaz. Bu çağdışı kafayla AB'ye giremeyiz.”İki yüzlü denemez…
Binbir surat bunlar, binbir surat. - 31 Ocak 2007: 12:17 #47848
inanç şinel
KatılımcıHurmalar tırmalar…
“Amerikalı petrol şirketinin yetkilileri geldi bana. Rezerv tespit ettiklerini, buna talip olduklarını söylediler. Çıkarılacak petrolden yüzde 50 pay vereceklerini anlattılar… Ben, Türkiye ile anlaşmamız olduğunu, Ankara'yla konuşmam gerektiğini söyledim. Bu cevabı sevmediler… Ankara lafını duyunca, gittiler. Bir daha gelmediler.”
Kim anlatıyor bu anıyı?
Rauf Denktaş.“Avrupa Birliği'nin ve ABD'nin gözü petrol yataklarımızda… Petrol, toprağımızda değil, karasularımızda… Bu yüzden Annan Planı imzalatılmak isteniyor. Çünkü Annan Planı, Ada'ya ait tüm doğal kaynakları 'ortak devlet' in denetimine bırakıyor…”
Bu laf kime ait?
Serdar Denktaş'a.“Bundan böyle bir damla petrol, bir damla kandan daha kıymetlidir.”
Peki bu laf kimin?
Winston Churchill'in.
1936'da söylemiş.Ve bir haber…
Bizim basın pek alaka göstermedi… Bir haftadır “neden Ermeni olduklarını” anlatmaya çalışıyorlar… Meşguller.
Şöyle diyor o haber…
“İngiltere'nin Güney Kıbrıs'ta iki askeri üssü var. Ağrotur ve Episkopu üsleri… İngiliz Donanması'na ait Enterprises isimli denizdibi araştırma gemisinin, geçen şubat ayında, önce Limasol Limanı'na demirlediği, sonra denize açılarak, Ağrotur ile Episkopu üsleri arasındaki bölgede dip taraması yaptığı ortaya çıktı.”Toparlarsak…
Ne oldu iki gün önce?
Kıbrıs, Suriye, Lübnan, İsrail arasındaki bölgede, çok zengin petrol ve doğalgaz kaynakları olduğu ortaya çıktı… Aniden!
Rumlar anlaşma imzalıyor.
Şakır şakır.Sanırım, şimdi biraz daha net anlaşılıyordur… Neden Annan Planı dayatıldı, neden illa referandum yapıldı, neden Denktaş ite kaka tasfiye edildi, neden Avrupa'nın coğrafi parçası olmayan Rum Kesimi AB'ye alındı, neden İngiliz üslerine kimse ses çıkarmazken, bizim askere taktılar kafayı? Sanırım anlaşılıyordur…
Uzattım, biliyorum… Dün ajanslara düşen üç haberi daha vereyim, bitiriyorum…
Bir… Türkiye, Rumlarla petrol anlaşması yapan Lübnan ile Mısır'a nota verdi.
İki… Referandumda “ortak devlet” için yüzde 65 oranında “evet” diyen KKTC halkı, bin pişman olmuş, son yapılan ankette, yüzde 65 oranında “hayır” diyor.
Üç… Geçti Bor'un pazarı, sür eşşeği Niğde'ye.YILMAZ ÖZDİL , SABAH GAZETESİ
- 21 Ocak 2007: 21:31 #47847
inanç şinel
KatılımcıErtekin abi süper bir yazı yaaa, abi paylaşımın için teşekkür ediyorum,bir olay ancak bu kadar her yönüyle yazılabilirdi.Serdar Turgut a helal olsun , bu ülkedeki yanlışların ; yanlışı eleştirenlerde oldugunu resmen gözler önüne sermiş.Parayla satın alınmış düdüğü çalınca yazan konuşan bu provokatörler maalesefki Yanlışları eleştiren sorgulayan konumdaki insanlar.
Birtakım beylik laflar duyulur etrafta; ‘Derin devlet, devlet istese çözer, ‘Tetikçi o ama tetiği çektiren kim sorusu…’ Sonra da insanı sıkan genellemeler; ‘Bu hepimize sıkılmış bir kurşundur’, ‘O değil Türkiye vuruldu’, ‘Katil vatan hainidir’ falan filan… Bir araba anlamsız genelleme. Sıfıra sıfır elde var sıfır. Giden gider o kadar… Bu işler çözülmez, bir şey anlaşılmaz inancı hepsinde yoğundur. Her defasında, sonra belki bir tetikçi yakalanır suçlu olarak. Belki de ölü ele geçirilir ama kimse de onun gerçek suçlu olduğuna inanmaz. Kısır döngü sürer gider… Güvensizlik, korku içindeki yaşamımız devam eder. Sonra yıldönümleri başlar. Şunun ölüm günü, bunun katletildiği gün diye, törenler düzenlenir. Böyle şeylere katıldığı an büyük mücadeleler verdiklerine inanan bir kısım insan vardır. Tüm anma törenlerinde aynı kalabalık toplanır, aynı tür konuşmalar yapılır, geçer gider yaşam ve biz yeni ölüm haberlerini bekleriz. Ve haber de önceki gün olduğu gibi mutlaka bir gün gelir. Sonra haydaaa yine başlar her şey. YETER AMA BIKTIM BU İŞTEN BEN BE YETER.
Birkaç gündür yaşamakta olduğumuz her şey, bildiğimiz, alışık olduğumuz şeyler ne yazık ki… Yine teoriler orataya atılıyor, ‘Derin devlet vurdu’ diyenler var, ‘Devlet düşmanları yaptı bu işi’ diyenler de var…
Neyse ne; sonucu değiştiren bir şey yok ortada. Sonucun neden ortaya çıktığını düşünelim isterseniz. Bir düşünce adamının vurulmasına uygun ortam nasıl yaratıldı, bunu bize hoş gelmese de düşünmeliyiz.
• Uzun zamandır bu memlekette Türk olmak neredeyse suçlu olmak konumuna itildi.
• Türkler ve Türkiye sürekli aşağılandı. Avrupa değerleri denildi, Türk’e vuruldu, demokrasi denildi Türk aşağılandı, Türkler hep kötü oldu.
• Sıradan insanımızın gururuyla sürekli oynandı.
• Kürtler mağdurluktan çıkıp egemen güç olmaya başladılar.
• Başkatil demokrasiyi savunanlarca baştacı yapıldı. Aynı kişiler bu arada Türkiye’yi her fırsatta aşağıladılar.
• Dış güçler hep istediler ve aldılar, Türkiye hep başeğmek zorunda kaldı, bir milletin gururuyla oynandı sürekli olarak.‘Bunlar yapılmadı’ diyorsanız o zaman diyeceğim daha fazla bir şey yok. Eğer ‘evet yapıldı ama bunlar geçici bir süreçti’ diyorsanız bir şeyi hatırlamak gerekiyor… Kendimizi hatırlayalım, Türkleri hatırlayalım ne olur. Bizler cengaverizdir, bu genlerimizde var. Ayrıca uzun zamandır savaşıyoruz da, hâlâ daha genç insanların tabutları dağılıp duruyor memleketin dört bir yanına. Savaşın ve ölümlerin Türk bilinçaltını ne hale getirdiğini anlamıyorsanız o zaman da ‘tüh olsun’ demekten başka bir şey kalmıyor bana. Hrant Dink’in öldürüldüğü gece tüm haber kanalları bu konuyu tartışan malum isimler ile doluydu. Bu kişilere göre Türkiye hep kötü hep suçlu… Bunları söyleyen insanlar da güya demokrat. Kendi söylemlerinin kendi kavramlarının bu ülke insanını nasıl doldurduğunu, patlama noktasına getirdiğini hiç düşünmüyorlar, onlar bir nevi ajan provokatörler.
* * * * * * * * * ** * * * * ** * * ** * * * ** * ** * * ** * * * * * ** * * *
Admin hocam paylaşımın için teşekkürler ,artık çok geç olmadan bu ülkede bu temel ekonomik sorunları çözmek geleceğimiz için her açıdan bir zorunluluktur. Emperyalizmin Türk Eğitim sistemine ve Eğitimcisine yansıması ancak senin paylaşımındaki kadar güzel anlatılabilirdi.Vatanseverlik olmasa bu şartlarda bu ülke hala ayakta kalamazdı bu noktada seninle hem fikirim zira şartlar ne durumda olursa olsun bize düşen elimizden gelenin en iyisini yapabilmek ve yapmaktır.
Ayrıca Levent abi kurduğun denklem bence yanlış olmuş,zira olayın gerçekliğinden hareketle,
Emperyalizm(Kukla Hükümet + Basiretsiz ve Halkçı olmayan Muhalefet
– Vatanını seven Millet )= Küresel Egitim Sistemi - 18 Ocak 2007: 20:30 #51353
inanç şinel
KatılımcıAcarkent'in tapularına iptal davası 18 Ocak 2007
Hürriyet İnternet
Orman İdaresi Acarkent'i ormanlık araziden çıkarmak için kolları sıvadı. Aralarında bir çok ünlü ismin de bulunduğu bin 823 kişiye tapu iptal davası açıldı. Ayrıca yasal süreç tamamlanıncaya kadar tapuların el değiştirmemesi için tedbir kararı alınması istendi.
Acarkent tartışması sonunda mahkemeye taşındı. Orman Genel Müdürlüğü adına hareket eden Kanlıca Orman İşletme Müdürlüğü, aralarında ünlü isimlerin de bulunduğu bin 823 mülk sahibi hakkında tapu iptali davası açtı. Orman İşletmesi ayrıca mahkeme sonuçlanıncaya kadar evlerin alınıp satılmasına ihtiyati tedbir konulmasını da talep etti.
Kanlıca Orman İşletme Müdürlüğü'nün avukatı Elmas Erdem; Acarkent'in İstanbul'un Beykoz ilçesindeki ormanlık alanın yüzde 6'sından fazlasına yapıldığını belirterek tapuların iptalini istedi. Beykoz Asliye Hukuk Mahkemesi'ne yapılan başvuruda Beykoz Belediyesi'nin 1988'de verdiği ruhsatta 60 bin 968 metrekare olan tesislerin 1993 yılında yenilendiğinde 188 bin 479 metrekareye çıktığı belirtildi. Orman İdaresi adına başvuru yapan avukat Erdem, yasal limiti aşan arsalardaki mülklerin tapu iptalinin ardından tekrar orman alanı olarak iade edilmesini istedi.
- 14 Ocak 2007: 18:12 #51596
inanç şinel
Katılımcı“Öyle sürü halinde bir iki kisinin pesine takilipta kahramanlik öyküleri dinlemekle, dünya Stratejisinde rol oynanamaz ve de borclu oldugun BANKAYA kafa tutamazsin !”
Doğru diyosun levent abi , bizim milleti adı ne olursa olsun olay ne olursa olsun uyutmak kolay.Millet olarak eğitimsiz ve aşırı duygusalız.Olaylara neden sonuç ilişkisi içinde bakamıyoruz ve de doğal olarak netice ortada, seçtiklerimiz bizi yönetenler yada bizi yönnettiğini sandığımız abd ab kuklaları siyaset simsarları.milleti uyutmanınen güzel örneği HABERTÜRK TV DE ve sitesinde ;
” elimizde ayyıldızlı bayraklarla haydi NOBELLİ yazarımızı (nobeli alan ilk türk) karşılamaya Atatürk havaalanına ” adlı kampanya insanın sinirini bozan bu milleti aptal yerine koyan bir SATILMIŞ MEDYA örneği.Aslında millet olarak hak ediyoruz birçok şeyi.olayları neden sonuç ilişkisi içinde yargılamıyoruz , yargılasak o.pamugun nobeli niçin aldıgını görebileceğiz.Yada
o kadar çok örnek varki hangi birini yazayım bilmiyorum.Abi dediğin gibi bir iki kişinin peşine takılıp düşünmeden sorgulamadan ve en önemlisi her anlamda EMEK vermeden dünya stratejisinde rol alabilmek ve söz sahibi olabilmek imkansız ötesi.
- 14 Ocak 2007: 10:43 #51718
inanç şinel
KatılımcıHalk Bankası blok satılırsa Türkiye’nin ekonomik omurgası kırılacak
13.01.2007 / Yiğit Bulut / Yorum , referans gazetesiHalk Bankasının satılması ile ilgili internetten gelen imzasız bir mesajda çok ilginç detaylar var, bazılarını alıntılar halinde aktarayım: “2001 krizini hatırlarsanız Halkbank, diğer kamu bankaları gibi ikinci el piyasadan yüksek faizle borçlanmak zorunda kaldı. Özel bankaların likidite sıkışıklığından etkilenmiş ve krizin patladığı an, Halkbank’ın durduğu an olmuştu. Daha sonraki dönemlerde, Pamukbank’ın satılamaması sonucu Halkbank, temizlenmiş Pamukbank’ı da devralıp bir tür bireysel müşteri kitlesini portföyüne eklemiş oldu. Gelelim realiteye, bu bankayı blok olarak tamamen yerli sermayenin alması zor. Esasında bankacılık sektörü uzunca bir zamandır başka sektörlerden sermaye çekmiyor. Böylesi bir durum ilginç olurdu.”
Değerli dostlar, yukarıdaki satırları kimin yazdığını bilmiyorum, imzası yok. Belki de konu hakkında yazılan bir raporun parçası ve bazıları işine geldiği şekilde bu bölümleri kesip internet ortamında yayıyor. Halk Bankası hakkında kamuoyunda yapılan dezenformasyon, bankanın ne kadar önemli ve ekonomik sistemin şifrelerini ele geçirme açısından ne kadar hayati olduğunu gösteriyor.
Ekonominin anahtarı
Bu tespitler sonrası sizlere banka hakkında bazı bilgiler vermek ve satılması hakkındaki iki tezimi aktarmak istiyorum.Halk Bankası hakkındaki detaylar neler?
İlk etapta resmi veriler:
* 1933 yılında çıkarılan 2284 sayılı Halk Bankası ve Halk Sandıkları Kanunu ile Türkiye Halk Bankası'nın kuruluş süreci başlamıştır.
* Bu kanunla ülkemizde kurulmak istenilen mesleki küçük kredi sistemi ikili bir yapı arz eden karma bir sistem olarak düşünülmüştür.
* Bu sistemde küçük kredi sorununu merkezden yönetecek bir Halk Bankası'nın ve bu bankanın uygun gördüğü yerlerde asli fonksiyonu üstlenecek olan Halk sandıklarının kurulması öngörülmüştür. (Bu aktarım sonrası hemen soralım: Halkbank'ın blok olarak özellikle yabancı bir bankaya satılması yukarıda tarif edilen ruha uygun mu?)
* Bankaya 1992 yılında bütün aktif ve pasifleriyle birlikte Türkiye Öğretmenler Bankası (Töbank), borç, alacak, mevduat ve taahhütleriyle de 1993 yılında Sümerbank ve 1998 yılında Etibank devredilmiştir.
* Emlak Bankası faaliyetlerini yürütemediği gerekçesiyle Ziraat Bankası'na devredilmiş, 12 Kasım 2001 tarihinde Emlak Bankası'nın 96 şubesi ise personeli ve bilançosuyla birlikte Ziraat Bankası'dan Halk Bankası'na devredilmiştir.
* 2004 yılının ikinci yarısında Pamukbank, Halk Bankası'na devredilmiş, devir işlemleri ise 17 Kasım 2004 tarihi itibarıyla tamamlanmıştır.
Bunlar “resmi veriler”, peki haber kaynakları konu hakkında ne diyor?
* 2001 krizinin ardından finansal yeniden yapılandırmaya tabi tutulan bankada 5.5 yıllık dönemde krediler yüzde 679, özkaynaklar ise yüzde 234 arttı.
* 2001 yılında 1 milyar 174 milyon YTL olan bankanın toplam kredileri, 2006 temmuz sonuna gelindiğinde 9 milyar 142 milyon YTL'ye çıktı.
* Bankanın 943 milyon YTL düzeyinde bulunan özkaynakları da 3 milyar 148 milyon YTL'ye yükseldi. Aynı dönemde 15 milyar 349 milyon YTL düzeyinde olan toplam aktifler 31 milyar 784 milyon YTL'ye çıkarken, burada yaşanan artış da yüzde 107 olarak ölçüldü.
* Toplam mevduat artışı ise yüzde 149 olarak hesaplanırken, bankanın mevduatı 10 milyar 238 milyon YTL'den 25.5 milyar YTL'ye yükseldi.
* 555 şube ve 6.4 milyon müşterisi ile şube ağı açısında Türkiye'nin 4'üncü büyük bankası unvanına sahip bankanın, özellikle KOBİ ve esnaf kredilerinde uzmanlığı bulunuyor.
* Tabiri caizse Türkiye’nin orta ve küçük ölçekli ekonomik dokusunun anahtarı, Halk Bankası'nın kasasında gizli ve alıcılar buna da sahip olacaklar.
Kesinlikle blok satılmamalı
Değerli dostlar,
Tespitler sonrası gelelim tezlerime.
Tez 1: Halk Bankası kesinlikle blok satılmamalı. Bir kısmı Türk halkına halka arz yöntemiyle devredilmeli. Bu süreçte ekonomide büyük aktör olan sivil toplum örgütleri de yer alabilirler.
Tez 2: Eğer ille de blok satılacaksa; burasının ekonomimizin bel kemiği olduğu bilinerek ona göre bir fiyat belirlenmeli. Bu noktada bu tezi fiyatı net olarak ortaya koyabilmek için detaylandırmak istiyorum:
A- Tüpraş’ın Zorlu’ya toplam 2 milyar dolarlık bir değerle satıldığı ihale öncesinde ve sonrasında bu işleme gerek gazetelerde gerekse TV’lerde en şiddetli muhalefeti gösterdim. Tezim çok açıktı; Tüpraş en az 6.5 milyar dolar ederdi. Bazılarına göre 2 milyar dolar mükemmel bir fiyattı. Sonuçta Tüpraş 8.3 milyar dolarlık bir değere satıldı.
B- Türk Telekom için satılmasın ama ille de satılacaksa değeri en az 10-12 milyar dolar eder tezimi defalarca aktardım. Bazı arkadaşlar yine çok eğlendiler. Türk Telekom 13 milyar dolara satıldı.
C- Bunları yazmamın sebebi ne olduğunu hatırlatmak değil. Sebebi alıcıların genelde Türk kamuoyunu yanıltarak, fiyatları düşük tutma çabalarının unutulmaması. Peki ne eder? Olaya bütün bu denklemler eşliğinde bakınca taban fiyatı Akbank ve İş Bankası piyasa değerlerinin ortalamasından başlamalı ve alıcının iştahına göre yukarı gitmeli. “Tam olarak ne kadar” derseniz; Taban fiyat 12-12.5 milyar dolardan oluşmalı ve alıcının iştahına göre yukarı gitmeli. Bir daha ifade edeyim; ille de blok satılacaksa sattığımız kontrol sağlayan pay için alacağımız para 12-12.5 milyar dolar tabanından başlayarak pazarlık edilmeli.
Sonuç: Halk Bankası Türk ekonomisinin DNA’sının gömülü olduğu bir toprağı satmak gibidir. Bu gerçeği bilerek, sizlere çağrım; gelin malımıza sahip çıkalım.
Not: Halk Bankası bu kafada ve onların istedikleri fiyatta satılırsa (alıcıyı da tahmin ediyorum); kendi adıma konuşuyorum, sokağa çıkıp fiziki eylem yapmak dahil bütün demokratik haklarımı kullanacağım. Sizleri de çağırıyorum.
- 14 Ocak 2007: 10:35 #51594
inanç şinel
KatılımcıÖcalan, 'Saddam kaba direniş gösterdiği için asıldı, ben kaba direniş oyununa gelmediğim için idamdan kurtuldum' demiş , ve bu nedenle asılmamış apo.
acaba sizcede boyle mi ?
yani saddam gibi mahkemede direniş gösterseydi asabilecekmiydik biz apo yubence HAYIR , ÇÜNKÜ apoyu biz yakalamadık ve abd den teslim alırken de asmayacağımıza dair söz verdik.Kendi halkından ve dolayısıyla kendi gerçeklerinden kopmuş bir siyasi otoritenin yönetiminde olmak her zaman bu ve benzeri sonuçları beraberinde getirecektir.o zamanki dsp-mhp-anap koalisyonu ile bugunku tek parti akp hukumetı arasındakı en onemlı ortak nokta budur.Aslında durum sımdılerde daha da vahım.Göz göre göre kerkük de ikinci bir BosnaHersek soykırımı yaşanacak,peki ama niçin BP nin SHELL in abd-ingiliz dev petrol şirketlerinin kasalarının petrol ile dolması için.Dünyanın en kaliteli petrol rezervlerine sahip topraklar kerkük de.kürtler abd nin destegiyle her türlü pervasızlıgı yaparken biz ancak oturdugumuz yerden kırmızı cızgılerden bahseder kendımız konusur kendımız dınlerız , hukumet bu medya ile bunu gayet iyi yapıyor.
bu sorunların kökten çözümü için tek çare tam ekonomik bağımsızlık,yoksa
400 milyar $ borc ile kimseye sözünüzü geçiremezsiniz ve sımdıkı gibi ite köpeğe maskara olursunuz .Saygılarımla.
- 14 Ocak 2007: 10:17 #51593
inanç şinel
KatılımcıABDULLAH ÖCALAN'DAN İDAM YORUMU:
Saddam gibi direniş oyununa gelmedimÖcalan, 'Saddam kaba direniş gösterdiği için asıldı, ben kaba direniş oyununa gelmediğim için idamdan kurtuldum' dedi
NAMIK DURUKAN Ankara
Abdullah Öcalan, Irak'ın devrik lideri Saddam Hüseyin'in kaba direniş gösterdiği için idam edildiğini, kendisinden beklenen kaba direniş oyununa gelmediği için idamdan kurtulduğunu söyledi. İddiaya göre Öcalan, avukatlarıyla yaptığı görüşmede Saddam'ın son ana kadar ABD'ye güvenip asılmayacağını düşündüğünü öne sürdü. Öcalan şunları söyledi:
Bir subay telkin etmiş
“Saddam, Iraklılara teslim edilmesine ve asılmasına bir saat kala ABD'den yardım bekliyordu. Son anına kadar ABD'ye güveniyordu. Hâlâ elinde Kuran ile klasik kaba bir direniş içindeydi. Kendisinin tavrı ulus devleti savunanların tavrıydı. Saddam'ın şahsında asılan ulus devlettir.”
“Aslında ben teslim edildiğimde benden de Saddam tarzı kaba bir direniş bekliyorlardı” diyen Öcalan, kendisini dönemin Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu'nun temsilcisi olarak tanıtan bir subayın “Bu oyunu boşa çıkaralım” dediğini iddia etti.
Öcalan, asılması halinde yüzyıla yayılacak korkunç tahribatlar yaratacak bir Kürt-Türk savaşı başlayacağını da öne sürdü.
Kuzey Irak'taki Kürt bölgesinin Türkiye'nin denetimine girebileceğini de belirten Öcalan, şöyle devam etti:Türkiye, Kuzey Irak'ı denetlesin
“Neden Türkiye şimdi içinde bulunduğu kritik durumdan çıkmak için Kürtlerle stratejik ittifak yapmıyor? Bu bir koyup üç alma politikası değil, bir koyup on alma politikasıdır. Devletin petrole ihtiyacı yok mudur? Kürtlerin istediği sadece demokratik özerkliktir.
Türkmenlerin de hatta Asuri ve Keldanilerin de hakları teminat altına alınmalıdır. Kurtuluş Savaşı dönemindeki Misakımilli sınırları içinde yer alıp da bugün dışında kalan Kürtlerle yeniden demokratik özerklik çerçevesinde ilişkilenmelidir.Sevgilisini sordu
Bu sadece Musul-Kerkük Kürtleri değil, Suriye'de ve Kürtlerin yaşadığı diğer bölgeler için de geçerlidir. Ben demiyorum, buradaki topraklar koparılıp Türkiye'ye katılsın. Kastettiğimiz şey Türkiye'nin öncelikle kendi sınırları içerisindeki Kürtlerle barışması, Kürtlerin demokratik özerkliği tanımasıdır. Bu gerekirse ABD ve İngiltere'ye rağmen yapılmalıdır.”
Öcalan, Şam'dan ayrılışında ve İtalya'da kalırken kendisine eşlik eden ve sevgilisi olduğu öne sürülen Ayfer Kaya'yı da sordu. Öcalan, avukatlarına “Atina'daki Ayfer ne yapıyor, duruyor mu hâlâ?” dedi.milliyet gazetesi, 14/02/2007
- 14 Ocak 2007: 10:13 #47839
inanç şinel
Katılımcılevent abi senin yorumlarına bişey dememiş zaten Bekir Coşkun
O olayın Türk medyasındaki olumsuz yansımasını anlatmış ne istediğini niçin istediğini ne oldugunu ve neler olacagını bilmeyen bırakın bilmeyi ilgi bile duymayan Türk Toplumuna çatmış yoksa senin yorumlarını takip eden biri olarak duyarlı ve bilinçli yorumlarının bize kazandırdığı farklı bakış açıları ve artılar yadsınamaz.Bu bakımdan yazılarının insanlara çok sey kattığı kanaatindeyim,Emeğine sağlık abi. - 13 Ocak 2007: 21:24 #47837
inanç şinel
KatılımcıBekir COŞKUN – HÜRRİYET
Yepyeni bir yazar oluyorum…
BUGÜN itibarıyla yazı stilimi olumlu yönde değiştiriyorum. Bu köşede şöyle başlıklar görürseniz şaşırmamalısınız diyorum:
“Ne yaptın Hülya?..”
Ya da:
“Arzu doğru yolda ilerliyor…”
Bundan sonra böyle…
Her zaman önemle eğileceğim meseleye ve “Arzu doğru yolda ilerliyor mu, ilerlemiyor mu” bakacağım.
Kim kiminle?
Kim kimi kimledi?
Hangi namlı kadın, hangi işadamı ile yattı ve kalktı?.. Hangisinin şeyi, eli… Kimin şeyinde, cebinde?..
Benim sorunum olacak dostlar.
Söylemedi demeyin.
*
İzmir'de popstar elemelerine, sabah karanlığında kuyruğa giren 5 bin kişi katıldı, miting alanı gibiydi orası diyorlar.
Popstar yarışmalarında Bülent Ersoy'un bir erkek yarışmacıyla fingirdemesi müziğin, şarkıların, sanatın önüne geçti biliyorsunuz.
Gazeteler “Rezillik” diye başlık attılar.
Ama 5 bin kişi karanlıkta koşuyor.
Böyle ilgi duyulan bir demokratik eylem, bir tepki toplantısı, bir hak arama mitingi gördünüz mü?
Hayır…
Yine dün Hürriyet'in internet sayfasına baktım, orada “En çok okunan haberler” bölümünde, en çok okunan “g-string” haberiydi.
Oysa aynı sayfada; düşen uçaklardan Irak'ta yeni stratejiye… Çocukların geleceğinden küresel afetlere kadar birçok “insani” haber vardı.
“G-string” öndeydi.
*
Kimi yazarlarımızın niye “bacak arası yazıları” yazdıklarını, kimisinin niye “bar yorumlarına” bayıldıklarını… Kimisinin niye “mürekkep olarak ruj” kullandıklarını, kimisinin niye “ağdacı sohbetlerine” yer verdiklerini şimdi daha iyi anlıyorum:
Bu milletin yazarı olmak için…
Ve işte ben de başlıyorum, burnumu sokacak bir delik arıyorum.
Dikkatle bakıyorum; “Arzu ilerliyor” mu?..
Yazılarıma “Arzu'nun ilerlemesindeki son görüşlerime gelince…” diye giriyorum.
Oradan, “Ece'nin poposu konusuna farklı bir bakış”a geçiyorum.
Söylemedi demeyin, yepyeni bir yazar oluyorum…
- 8 Ocak 2007: 14:56 #47830
inanç şinel
KatılımcıKemalist laiklikten, Osmanlı sekülarizmine
08.01.2007 / Yiğit Bulut / YorumBugüne kadar cumhurbaşkanlığı seçimlerinin piyasalara etkilerini sizlere defalarca aktarmış ve 2006 mart başından itibaren dünya piyasalarından kopmamızı, iç siyasi risk anlamında analiz etmiştik. Bugün, konuya farklı bir açıdan bakmak ve 1700’lü yıllardan itibaren başlayan Orta Doğu’ya hakim olması planlanan bir modelde (makro planlarda olmayan, planı bozanlar tarafından büyük bir savaş verilerek kurulan) Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanlığı makamının neden çok önemli olduğuna değinmek istiyorum.
Konuyu detaylandırırken bazı noktalara değinelim;
* Roma (Avrupa) İstanbul (Anadolu) coğrafyası arasındaki iktidar mücadelesi M.S. 330’dan başladı ve Osmanlı’nın gerekli ekonomik değişimi sağlayıp, Avrupa ile birlikte “atağa” kalkamadığı 1700’lü yılların başına kadar devam etti.
* 1700’lerin başından itibaren mücadele Roma (Avrupa) tarafından kazanıldı ve İstanbul coğrafyası Avrupa tarafından “devşirilir” hale geldi. O güne kadar “devşirimle” süreci İstanbul’dan Roma’ya doğru olurken, akım yön değiştirdi. Burada bir not düşelim: Bugün yaşadığımız Avrupa Birliği (AB) süreci de “1700’ler sonrası başlayan 1920-1939 arası Atatürk ile kesilen ve 1939 sonrası yeniden başlayan “devşirimle” sürecinin bir parçası.
* 1900’lerden sonra bu devşirimle sürecine “Avrupa’nın idealleri uğruna” Müslüman coğrafyasına tezleri ile hakim olabileceği düşünülen İstanbul’un (Anadolu) dönüştürülmesi ve özellikle Alman çıkarları uğruna kullanılması süreci eklendi. Bu dönemde Almanya diğerlerinden ayrışarak Osmanlı üstünde kesin bir avantaj elde etti. Alman İmparatoru II. Wilhelm’in müslüman olduğu haberleri eşliğinde Orta Doğu’ya hakim olma yolunda İstanbul coğrafyası bütün unsurları ile kullanıldı. Bu dönemde “Osmanlı İmparatorluğu’nun Genelkurmay Başkanlığı dahi” bir Alman Generali'ne bırakıldı.
Genç TC manipüle edilemedi
* Bu yapı sadece 1920-1939 arasında kesintiye uğradı ve genç Türkiye Cumhuriyeti “manipüle edilemedi”…
* 2. Dünya Savaşı'nda ve öncesinde de durum farklı değildi. Potansiyel bir Rus (komünizm) tehlikesine karşı dine dayalı sivil unsurlar ABD ve Almanya tarafından harekete geçirildi. Bu süreç, Almanya’nın “Orta Doğu petrollerine dokunmadan Orta Asya petrol bölgelerine ulaşması” şartıyla İngiltere ve Fransa tarafından da desteklendi. Türkiye’de komünizm tehlikesine karşı dini unsurların devlet çarklarına enjekte edildiği süreç hızlandı.
* Savaş sonrası Türkiye’nin NATO’ya katılım sürecinde dahi “Türkiye kurulacak bir Orta Doğu Komutanlığı” mantığı ile yapıya zorlama alındı. (Konu hakkında İngiltere’nin görüşmeler sırasındaki yazılı tespitlerine ulaşılabilir).
* 1980 sonrası da aynı mantığı gördük. “Ilımlı İslam Devleti” mantığı altında Orta Doğu ve Orta Asya’da haki olmak isteyen Roma’nın (1945 sonrası Roma derken ABD liderliğinde ABD ve Avrupa birlikte algılanmalı) yine bu coğrafya üzerindeki oyunları sürece hakimdi. Devletin resmi organlarında “Kemalist laiklikten, Osmanlı sekülarizmi'ne” başlıklı raporlar yayınladı. Aydınlar “yeni bir sentez pompalarken”, devlet çarklarına Atatürk ilkelerinden uzaklaşan,uzaklaştıran her türlü fikrin pompalanmasına devam edildi.
* 1999 ekonomik krizi sonrası ve özellikle 2003 döneminden hemen sonra aynı mantığın yeniden ortama çok güçlü bir şekilde hakim olduğunu gördük. Orta Doğu’ya “model ve ağabey” olacak bir Türkiye modeli yeniden hayata geçmeye başladı. Arap ülkelerine sevimli görünmesi gereken Türkiye’de, TBMM’den “Amerika’ya izin veren tezkere” geçmedi. Tezkere kabul görmedi ama ABD Türk topraklarını tezkere varmış gibi kullandı. Geçmeyen tezkere Orta Doğu’da alkışlandı, devlet çarkları süratle Kemalist laiklikten, Osmanlı Seküralizmine dönüşen Türkiye’ye 80 yıl sonra Arap kralları geldi. Bu krallar Dolmabahçe sarayında kabul gördüler (ABD ve AB’nin yeni Osmanlıcılık teorisi sembolik olarak da pratik edilmeye başlandı)… Bu arada “Osmanlı Seküralizmi” gereği “diğer dinlere ait” unsurlar da harekete geçirildi. Papa’nın ziyareti “bu topraklardaki yapının” nereye kadar sınırlarının zorlanabileceği açsından önemliydi…
Sonuç: 1700’ler sonra iktidar mücadelesinin kaybedilmesi ile başlayan süreç hala devem ediyor ve dönüştürülmek istenen Türkiye Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanlığı seçimi de, 1700’lerden başlayan ve yalnızca Atatürk döneminde kesilen bu sürecin devam etmesi hatta hız kazanması açısından çok önemli bir düğüm.
38.700'ün üstünde hisse almayın
Sonuç: Laik Türkiye Cumhuriyeti özellikle Kemalizm doktrini, 1700’lerden başlayan zorlama yapının içinde makro planları yapanlara göre olmaması gereken unsurlardı. Bir grup inanan insan, makro güçlere karşı savaş verdiler ve bu yapıyı kurdular. Kurulmadan önce de sonrasında da diğerleri ana planlarından hiç vazgeçmediler. Şimdi bu vazgeçmeyiş son halkasına doğru ilerliyor. Bu gidişi engelleyebilecek tek bir sivil hamle var; o da CHP’nin “bir an önce Meclis’i boşaltması”. Bu adımı atmaz ve Atatürk’ün partisi olarak bu gidişe en azından şimdilik “dur” deme sorumluluğunu yerine getirmez ise; “bu gidişe ortak olur”. Deniz Baykal’a duyurulur…
Not: Piyasalarda “içeride bir mucize yok, tamamen dışarıya endeksli” bir yapı var. 38.700'ün üstünde hisse almayın, 1,4360 altında sıçrama stratejisine oynayarak dolar maliyeti yapılabilir” tezini sizlere defalarca aktarmıştım. Yurtdışı bozulmaya başladı ve “içeride bir mucize olmadığını” bugünden itibaren göreceğiz. Sakin olmakta yarar var.
- 6 Ocak 2007: 19:16 #51592
inanç şinel
KatılımcıMAHİR KAYNAK / ‘Önemli olmak’ GÜÇSÜZLÜKTÜR ,
Irak, yeni konumuyla, bir istikrar unsuru olmaktan çok, yeni çatışmaların ateşleyicisi rolünü üstlenebilir. Bölgede Şii-Sünni, Kürt-Türk-Arap, İslamcı- laik zıtlaşmalarının tamamını başlatabilecek potansiyele sahiptir ve bu özelliğinin kullanılacağından şüphe edilmemelidir. Özellikle İran’a yönelik operasyonların başlangıç noktası olması büyük bir olasılıktır. Türk-Kürt çatışması Türkiye’yi bölmek için değil istikrarsızlaştırmak ve iç politikada yeni yapılanmalara yol açmak için kullanılabilir. Türkiye, yerinin ve konumunun belirlenmesinde pasif kalmakta ve kaderini çatışan taraflardan birinin galip gelmesine terk etmiş görünmektedir. Yani AB’nin bir üyesi mi olacağını yoksa ABD ile birlikte mi hareket edeceğini, onların Türkiye içinde yapacağı mücadelenin tayin etmesini beklemektedir. Bunun demokrasinin bir gereği olduğunu düşünmektedir. Oysa stratejik tercihler kişi ve grupların çıkarlarının üstündedir ve devletçe belirlenmelidir.
‘Önemli olmak’ GÜÇSÜZLÜKTÜR
MAHİR KAYNAK
Bir ülkenin stratejik açıdan önemli olması, onun sahip olduğu konumu kendi gücüyle koruyamaması, dünyadaki dengeleri belirlemekte ve siyaset üretmekte etken değil edilgen olduğu anlamına gelir. Hiç kimse ABD’nin, Rusya’nın ya da İngiltere’nin stratejik açıdan önemli olup olmadığıyla ilgilenmez. Çünkü onlar konumlarını değerlendirebilecek güce sahiptir. Diğer ülkelerin stratejik önemi, onların bakış açısına göre değerlendirilir.
Türkiye’nin stratejik açıdan önemli olması, siyaset üreten ülkelerin verdiği önemin bir yansımasıdır. Bu bakımdan ülkemizin stratejik önemi onların amaçlarına göre belirlenir ve onların uyguladıkları politikalara ve siyasal tercihlerine göre değişir.
Bu değerin çok keyfi olmadığı, içinde bulunulan şartların büyük güçleri belli bir tavır almaya zorladığı söylenebilir. Ancak şartlar ne olursa olsun belli bir hareket serbestisi vardır ve seçenekler tek değildir. Ayrıca bu önem zamandan bağımsız da değildir. Belli bir dönemde birincil enerji kaynağı petrol ise büyük güçler bunların bulunduğu alanları kontrol etmek isterler ama başka bir dönemde, mesela birincil enerji kaynağının nükleer enerji olduğu bir çağda, söz konusu bölge aynı önemi taşımaz.
Olaya askeri açıdan bakıldığında teknolojideki değişmelerin, stratejik hesapları temelden değiştirdiği, belli bir dönemde çok önemli sayılan alanların anlamsızlaştığı görülebilir.
Bunun yanında egemen gücün kim olduğu da stratejik önemi etkiler. Mesela Boğazlar; Avrupa egemen güç, Rusya karşıt güç olduğu zaman stratejik açıdan çok önemliyken, ABD’nin egemen güç olduğu dönemlerde bu önem azalır.
Türkiye’nin stratejik önemi bu şartlar altında değerlendirilmelidir. Bugün ABD’nin egemen güç, Avrupa’nın, hiç değilse bir bölümünün karşıt güç olduğu ve birincil enerji kaynağının petrol olduğu bir dönemde Türkiye stratejik açıdan birinci derecede önemlidir. Türkiye’nin ABD’nin yanında olması hem coğrafi hem de sosyolojik açıdan bölgede başka bir egemenliğin kurulmasını engeller veya çok zorlaştırır.
Ancak Avrupa’nın etkisizleştirilmesi kesin bir çözüm değildir. Böyle bir süreç bölgede Rusya’nın etkinliğinin artmasına hatta Avrupa’nın Rusya’ya yaklaşmasına yol açabilir. Öyleyse ABD hem şu andaki durum hem de izleyeceği politika sonucunda oluşacak yeni duruma göre strateji belirlemelidir. Gerçekten de ABD’nin izlediği strateji incelendiğinde böyle bir eğilimin var olduğu anlaşılır.
ABD bir yandan Avrupa’yı enerji kaynaklarından uzak tutarken bir yandan da Rusya ile Avrupa arasına bir kama gibi girmek istemektedir. Irak Savaşında koalisyona Polonya ve Bulgaristan’ın katılması anlamlıdır. Polonya’dan başlayarak Romanya ve Bulgaristan’ı içine alan ve buradan Türkiye’ye uzanan bölge göz önüne alınırsa bunun Avrupa ile Rusya’nın irtibatını kesmeye yönelik olduğu anlaşılır. Burada belirsizlik taşıyan bölge Ege Denizi ve Yunanistan’dır.
Türkiye ve Yunanistan aynı stratejik bütünün parçalarıdır ve Ege Denizi bu bütünlük içinde anlamlıdır. Bu yüzden Yunanistan’ın, Avrupa Birliği içinde kalması bir aykırılıktır ve ABD’nin Yunanistan’ı kontrol etmek istemesi beklenmelidir. Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğü temelde bu durumla bağlantılıdır ve her iki ülke aynı blokta yer alıncaya kadar ihtilaflar devam edecektir.
ABD’nin Güney Avrupa’daki etkinliğinin sürmesi çok şüphelidir. Irak Savaşında, İspanya ve İtalya’nın ABD’nin yanında yer almasına rağmen, her iki ülkenin iç dinamiklerinin bunun sürekli olmasına izin vermeyeceği söylenebilir. İlk seçimde iktidara gelecek kimselerin Avrupa’nın yanında yer alması büyük olasılıktır. Böyle bir durum İngiltere’yi ABD’den uzaklaştırır ve Avrupa’ya yaklaştırır ama her halde bu ülke belli oranda bağımsız hareket eder.
Bu durum Avrupa’nın, geleceğin kullanma alanı olan Afrika’nın batısında etkin olmasına yol açar. Mısır’dan başlayarak Doğu Afrika, ABD tarafından kontrol edilir.
ABD’nin Türkiye’ye yönelik politikası bu açıdan bir anlam taşımaktadır. Irak Savaşı öncesi ABD, Türkiye’den çok sayıda havaalanı ve limanının kullanımını talep etmiştir. Oysa istenen tesislerin Irak Savaşı’nda gerekli olmadığı hatta kuzeyden bir cephe açmanın bile savaşın seyrini etkilemeyeceği anlaşılmıştır. Öyleyse bunlar neden istenmiştir?
Bizim o zaman ki tespitimiz bu taleplerin Irak’la ilgili olmadığı, ABD’nin Türkiye’de konuşlanmak istediği biçimindeydi hatta savaşla ilgili olarak “harekatın kod adı Irak, hedefi Türkiye” demiştik. Yani ABD, Türkiye’nin merkezde olduğu stratejik bir yapılanma hedefliyordu ve Irak Savaşı bunun sadece bir bahanesinden ibaretti.
Bu politikadan vazgeçildiği söylenemez. Başka şartlarda ve başka yollarla aynı amaca ulaşılmak istenmesi beklenmelidir. Bugün yönlendirerek yapacakları şeyi belki yarın anlaşarak yapmayı deneyeceklerdir ve bunun için farklı bir iktidar yapısı gereklidir.
Önümüzdeki dönemde petrolün kullanımın azalacağı ve yerine birincil enerji kaynağı nükleer olan ve belki de bu enerjinin hidrojene transferiyle alternatif bir yol izlenmesi beklenebilir. Ancak doğalgaz daha uzun süre kullanılmaya devam edecektir. Rusya Avrupa’nın doğalgaz kaynağı hatta tek satıcısı olmak istemektedir. Orta Asya’daki rezervler buna imkan vermektedir. Ancak Avrupa ile Rusya arasına girecek ABD yandaşı kama, yani Polonya, Romanya, Bulgaristan, Türkiye ekseni bu durumu bir bağımlılık ilişkisi olmaktan çıkarıp ticari bir kimliğe dönüştürebilir ve ABD bunu hedeflemektedir.
Buradan çıkarılacak sonuç, AB’nin henüz oluşum aşamasında olduğu ve üye olarak aldığı bazı ülkelerin kalıcı olmayacağıdır. Türkiye çevresinde yeni bir stratejik merkez oluşturulmak ve bu merkezin ABD güdümünde olması istenmektedir.
Türkiye bu mücadelede sıcak çevreden soğuk merkeze doğru yol almaktadır. Yani çatışma alanları çatışan güçlerin temas noktalarında olacaktır ve en riskli bölgeler Polonya, Romanya; Bulgaristan, Yunanistan ve İran’dır. Bu durum Türkiye’nin istikrar içinde olacağı anlamına gelmez ama askeri açıdan caydırıcı olacağı, iç politikada yeni konuma uygun yapılanmaya ulaşmak için şiddetli siyasal mücadelelerin olacağı anlamına gelir.
Irak, yeni konumuyla, bir istikrar unsuru olmaktan çok, yeni çatışmaların ateşleyicisi rolünü üstlenebilir. Bölgede Şii-Sünni, Kürt-Türk-Arap, İslamcı- laik zıtlaşmalarının tamamını başlatabilecek potansiyele sahiptir ve bu özelliğinin kullanılacağından şüphe edilmemelidir. Özellikle İran’a yönelik operasyonların başlangıç noktası olması büyük bir olasılıktır. Türk-Kürt çatışması Türkiye’yi bölmek için değil istikrarsızlaştırmak ve iç politikada yeni yapılanmalara yol açmak için kullanılabilir.
Türkiye, yerinin ve konumunun belirlenmesinde pasif kalmakta ve kaderini çatışan taraflardan birinin galip gelmesine terk etmiş görünmektedir. Yani AB’nin bir üyesi mi olacağını yoksa ABD ile birlikte mi hareket edeceğini, onların Türkiye içinde yapacağı mücadelenin tayin etmesini beklemektedir. Bunun demokrasinin bir gereği olduğunu düşünmektedir. Oysa stratejik tercihler kişi ve grupların çıkarlarının üstündedir ve devletçe belirlenmelidir. Daha açık bir ifadeyle eğer bu karar halkın oyuyla belirlenecekse, tartışılan konu da bu olmalıdır. Yani stratejik hedefler baş örtüsü, insan hakları, ekonomik sıkıntılar gibi konuların arkasına saklanmamalıdır. Çünkü bu gibi kararlar ülkenin kaderini geri dönülmez bir biçimde etkiler.
Vereceğimiz karar ve uygulayacağımız politikalar ya sürekli olarak stratejik öneminden söz edilen, stratejik kararların başkaları tarafında verildiği bir konumda kalmamıza yol açacak ya da, belki bir gün, artık kimsenin stratejik değerimizi tartışmadığı ama vereceğimiz kararların ve uygulayacağımız politikaların ne olduğunu merak edecekleri bir yere getirecektir.
Ancak bir ülke tek boyut üzerinde yönetilemez. Mesela zengin olmak her şey değildir. Japonya zengindir ama hiç kimse onun siyasi tavrını merak etmemektedir. Türkiye fakirdir ama onun alacağı şekil herkesi derinden etkiler.
- 6 Ocak 2007: 12:23 #47828
inanç şinel
KatılımcıNECATİ DOĞRU , VATAN GAZETESİ
Memleketi pırasa fiyatına satıyorlar!
İşte belgesi! Sanıyorum kıyaslansa Türkiye’de Başbakan’dan sonra en çok seyahat eden kişi, benim dostumdur. Bu dostumun, Başbakan gibi iki uçağı, bir helikopteri yoktur. Yine de Sibirya’dan, Afrika’nın ucuna, Kanada’dan Çin Denizi’ne seyahat eder; üst düzey ve alt düzey yöneticilerle, kültür ve sanat insanlarıyla görüşür, konuşur.
Özetle, dünyayı izler.
İsmini yazmayacağım.
İstemez.
Yabancı sermayeye karşı değildir. Küreselleşmeden yanadır. Türkiye’nin AB’ye tam üye olmasını yürekten savunur. Rekabete inanır. Türk toplumunun; ABD’den, AB’den, Batı’dan ve hatta Rusya’dan, Çin’den kopup, “içine kapanarak yaşayamayacağını, geri kalacağını, zenginliğini büyütemeyeceğini, demokrasisini ve insan haklarını geliştiremeyeceğini” düşünür. Savunur. Yılbaşı öncesi Viyana’ya gitmişti. Satın almış, bana getirdi.
Ne bu?
Bir dergi!
***
Adı: Homes Overseas. Uluslararası bir dergi. 2007 Ocak sayısı. Fiyatı 3.25 İngiliz Sterlini. Bu dergiyi ilgilisi bilirmiş. Dünyada satılığa çıkartılan ev, apartman, villa, bahçe, tarla, arsa “mala-mülke dair” ne kadar cazip, moda, trend olmuş yatırım varsa sayfalarına alır ve “kıyaslamalı olarak” tanıtırmış.
İlanlar yayınlar.
Alıcı ile satıcının buluşup anlaşmasına yayın yoluyla aracılık eder.
190 sayfa dergi.
Aç 8. ve 9. sayfayı.
Siyah zemin üzerine kırmızı çerçeve kareler yaratıp büyük harflerle yazmışlar:
Hot Investment…
Hot Investment…
Opportunities…
Opportunities…
Yani: Sıcak Yatırım… Sıcak Yatırım… Fırsat… Fırsat… Neymiş bu “sıcak yatırım fırsatı” diye bakınca; “Bizim memleketi pırasa fiyatına sattıklarını” görüyorsunuz. Siyah zemin üzerinde kırmızı kareler içine satılık evlerin fotoğraflarını de yerleştirmişler. Ve fiyatlarını da üstüne yazmışlar.
Morocco (Fas):
62 bin sterlin.
Bulgaristan sahili:
35 bin 800 sterlin.
Bulgaristan kayak evleri:
46 bin sterlin.
İtalya sahil evleri:
51 bin sterlin.
İspanya:
81 bin 400 sterlin.
Florida:
183 bin 400 sterlin.
Cape Verde (Archipelago Adaları, Kuzey Atlantik):
29 bin 500 sterlin.
Türkiye:
Sadece 16 bin 500 sterlin.
İlanda Türkiye’de bu fiyata satılığa çıkartılan evlerin Fethiye, Dalaman, Ovacık, Hisarönü, Kalkan, Altınkum, Didim ve Bodrum gibi ülke turizminin gözbebeği ve altın değerde kabul edilen kasabaları olduğunu da yazmışlar.
Bu nasıl fiyat?
Türkiye niçin bu kadar ucuz?
Yap-satçı firmalar, sahil kasabasındaki evleri bu pırasa fiyatına nasıl satabiliyor? Gerçekten ilanda yazılı özellikleri olan evleri mi satıyorlar, yoksa dağ başında, yolu, ışığı, suyu, kanalizasyonu olmayan dört duvar bir çatı konulmuş sıvasız, penceresiz evleri mi?
Türkiye turizmde dayak yedi.
50 milyar dolar yatırdı.
En ucuz konaklama bizde.
Avrupalı, kendi ülkesinde bir öğle yemeğinde bir bifteği ancak alabileceği paraya Türkiye’de 5 yıldızlı otelde yeme-içme-uçak her şey dahil 24 saat kalabiliyor. Türkiye şimdi aynı ucuz turist çizgisine yabancıya ev satışında da düşüyor.
Haberiniz olsun.
- 6 Ocak 2007: 12:12 #47827
inanç şinel
KatılımcıGünün yazısı
Lübnan kurtuldu sayılır…
Büyük bir misyon üstlenerek ve tarihin ona verdiği görevi icra ederek Lübnan’a da el attı.
Gazeteler bunu şöyle duyurdular:
“Lübnan’a Erdoğan önerisi…”Türkiye’yi halletti, Lübnan kaldı çünkü. Ben size söyleyeyim, Lübnanlılar geleceklerini buna göre düzenlerlerse yakında Lübnan bölünür.
Taş üzerinde taş kalmaz.Erdoğan Lübnanlılara demiş ki:
“Duygusallığı bir kenara bırakıp ulusal çıkarları öne çıkartmak zamanı gelmiştir…” Büyük söz…
Peşinden Lübnan Başbakanı Fuad Sinyora’ya uzun uzun “taktik verdiği” bildiriliyor.
Ben biliyorum; bu değerli görüşleri dinledikten sonra, Fuad Sinyora’nın çölde bir hurma ağacının altında ağlayarak “Başıma bir şey geldi, o neydi?..” diye sorması büyük olasılık.
Bu, Başbakan ve yanında değerli bakanları ile Lübnan’a gidişinin serüvenidir.Geçiyorum dönüşe:
Dönüşte uçakta PKK’nın faaliyetlerini sürdürdüğünü, koordinatörlük kurumunun işe yaramadığını, ABD’nin ciddi adım atmadığını… Kısacası; Türkiye’nin aczini ve çaresizliğini anlattı gazetecilere.
Akıllı insanlar “Koordinatörlük” dümeninin PKK ile pazarlık anlamına geleceğini, uyduruk ve oyalama işi olduğunu söylediklerinde, sinirlenip bunun başarı sağlayacağını söyleyen kimdi?..Yine Başbakan…
Uçakta şunları söyleyen de Başbakan:
“PKK ile mücadelede özel temsilci (Koordinatör’ün adını özel temsilci olarak değiştirmiş, ki çelişkisi fazla anlaşılmasın) konusunda somut adım yok. ABD’den de ciddi adım bekledik, bu da yok…” PKK; Türkiye’yi bölmek üzere kurulmuş, eli kanlı, hain bir terör örgütüdür.
Ve kim ne derse desin, PKK bildiğini okuyor. Aczini ifade eden, atılacak adımı ABD’den bekleyen ise Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakan’ı… Bir de gitmiş Lübnan’ı kurtarmaya.
Fuad Sinyora’yı bir hurma ağacının altında görürseniz, keçilerle konuşurken…Bekir COŞKUN HÜRRİYET
- 6 Ocak 2007: 12:04 #47826
inanç şinel
KatılımcıBöyle muhalefetle seçim olsa ne olur, olmasa ne olur…
Muhalefete bak…
Gerçekten Allah’ın AKP’ye yardım ettiğini düşünmeye başladım.
Öyle ya, Başbakan Erdoğan bir konuşmasında ‘Böyle bir muhalefet olduğu için Allah’a şükürler olsun’ dedi…
Tabii şükredecek…
İktidardan kaçan
kaçana…
Parti kuran kurana…
Kendisini şeyh sanıp başka partileri müridi olmaya davet eden
edene…
Böyle muhalefet çok tatlı iktidar için…
Sapsız, çöpsüz…
Çekirdeksiz mandalina misali…
Hoş, soyulmasına gerek bile yok, hazır soyulmuş geliyor…
Meclis kürsüsünden ve bayramlaşma törenlerinden hançeresi yırtık bağrışmalarla muhalefet bu kadar oluyor…
Plan yok, proje yok…
Partiler paramparça, bir araya gelip konuşan yok…
‘Siz bize gelin, yok siz buyurun’ başlıklı veya içerikli konuşmalar…
Atıp tutmaya gelince onlardan vatanseveri ve onlardan fedakârı yok…
Kendini demokrasiye adamışlara bir bakın…
Adamak nefer olmak demek, adamak her şeye rağmen şeyh minderinde oturmaya çalışmak demek değil.
Koltuklarındaki tutkallarla, vazgeçilmezleri oynayanlar, fedakârlıktan bahsetmesin asla.
Liderlerin (kimin ve neyin lideri olduğuna bakmaksızın) ‘bir lokma bir hırka’ edebiyatı parçaladığı bir ortamda disiplinli ve iktidarı köküne kadar yaşamış bir AKP’nin karşısında, bırakın seçmene ve savunduğu fikre, kendine bile inancı olmayanlar ne kadar mesafe alabilir?
Bir arpa boyu…
Yaşlandıklarında torunlarına anlatırlar ‘Az gittik, uz gittik dere tepe düz gittik. Bir de bakmışız ki bir arpa boyu yol gitmişiz’
diye…
Bence şu anki partilerin hiç birinin iktidar olmak gibi bir niyeti yok.
Olsalar, ortaya plan ve proje koyarlar…
Olsalar, meclisteki temsilciler arasına katılmak için fikren kendilerine yakın partilerle güç birliği yaparlar…
Ama particilik ve lidercilik oynamak kolay.
Sonra da Başbakan bir börekçiden onlarla ilgili durum saptamasını yapar:
‘Biz onların eline çelik çomak verdik oyalansınlar diye’…
O parti bu partiyi kirli buluyor, bu parti şu partiyi kurnaz…
O parti bununla aynı fikirde ama kadroları yerlerinden kalkıp da birleşmek istemiyor.
Niye?
Çepeçevre sarıp izole ettikleri başkanları koltukları kaybederse onlar da etrafındaki tabureleri kaybedecekler.
Memleket iki koltuk, üç tabure, beş mindere kurban.
Kürsüden her inen, ‘yaşa başkan, ne güzel atıp tuttun’ nidalarıyla ayakları yere değmeden omuzlara alınıyor.
Uzatın elinizi size en yakına, ne kaybedersiniz?
Koltuk mu?
Zaten var mıydı ki?
Sürüyü kaybetmişsiniz, ala danayı arıyorsunuz…
Çok geç oluyor, çok geç…
Vatandaşı birliğe çağıracak insanlarda biraz yüz olmalı…
Birliğin anlamını bilmeden nereye çağırıyorsunuz beni?
Siz biliyor musunuz ki size güvenip geleyim?
Hayret bişey!ABDULLAH ÖZDOĞAN, YENİÇAĞ GAZETESİ
- 6 Ocak 2007: 11:48 #47825
inanç şinel
KatılımcıMİT'DEN TARİHİ UYARI : “ULUS DEVLET TEHDİT ALTINDA”
Bekle-gör-tavır al taktiği uygulanamaz , HÜRRİYET GAZETESİ – 6 Ocak 2007
Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı Emre Taner, Türkiye’nin gerek stratejik ve gerekse jeopolitik önemi nedeniyle kendisini hiçbir zaman olayların akışına bırakma ya da ’bekle-gör-tavır al’ taktiği ile sınırlama lüksüne sahip olmadığını söyledi.
MİT’in bugün kuruluşunun 80. yılını kutlaması nedeniyle Taner, dün Anıtkabir’i ziyaret etti. “Bulunduğumuz dönem, birçok ulus devlet ve milletin, hızlı bir şekilde tarih maratonunu kaybetmeye başladığı süreci anlatacaktır” diyen Taner’in mesajları şöyle:
YENİDEN TANIMLANIYOR
Dünyadaki tüm değerler, ilişkiler, sistemler ve düzenler, ister sosyal-ekonomik-siyasi, ister ahlaki-dini olsun yeniden şekilleniyor ve tanımlanıyor. Yaşadığımız bu süreç, aynı zamanda parçası olduğumuz uluslararası sistemin de kuralları, başrol oyuncuları ve figüranlarıyla mevcut olandan çok farklı bir boyutta yeniden belirlenmeye ve hatta doğmaya çalıştığı bir döneme kaynaklık etmektedir.
1990 SONRASINA HAZIRLIKSIZ KALINDI
20. yüzyılın ikinci yarısında kurulan iki kutuplu dünya düzeninin uzun süre devam etmeyeceği önceden öngörülebilir bir olgu olmakla birlikte 1990 ve sonrasındaki sürece hazırlıksız yakalanıldı. Elbette bunun en önemli nedeni, sistem içindeki yapılanmaların ve analizlerin statükocu yaklaşıma koyu bir muhafazakarlıkla sahip çıkmalarıdır. Bu nedenle de geleceğe yönelik tahminler bu katı kuralcı yaklaşım içinde başarısız olmuştur.
TEŞKİLATLAR YETERSİZ KALDI
Bir ’değer devrimi’ de yaratan bu radikal değişim süreci, sarsıcı bir hızla her şeyi etkisi altına almış, savunma ya da uyum mekanizmaları geliştirmeye imkan tanımamıştır. Soğuk Savaş döneminin ortaya çıkardığı katı kurallarla işleyen istihbarat teşkilatları da ortaya çıkan bu yeni ve inanılmaz derecede oynak ortam karşısında ister istemez yetersiz kalmışlardır.
ULUS DEVLET VE MİLLETİ KAYBETME SÜRECİ
Bulunduğumuz dönem, gelecekte birçok ulus devlet ve milletin, hızlı bir şekilde tarih maratonunu kaybetmeye başladığı süreci anlatacaktır. Bu devletler sadece gelişmemekle ve dünya yönetiminde söz sahibi olanlar arasına dahil olmamakla kalmayacak, aynı zamanda birçoğu günümüz teknolojik devriminin ve küresel ekonominin rekabetine dayanamayıp ulusal egemenliklerini de büyük ölçüde yitireceklerdir.
TEHDİTLER İYİ ALGILANMALI
Ulusal ve uluslararası düzeyde gerçekten sağlam politikalar üretebilmek ve uygulayabilmek için ulusal güvenlik ve ulus-devlet yapısına yönelen tehdit ve kaynakları iyi algılayabilmek, ulusun karşı karşıya olduğu fırsatları ve tehditleri öngörmek, doğru analiz edebilmek ve uygun vasıtalar ile karşı koymak zorunluluğu/ihtiyacı her zamankinden daha fazla hissedilir hale gelmiştir.
STABİL YAPI UMMAK FAYDASIZ BİR UĞRAŞ
21. yüzyıl güvenlik ortamı, istihbarat fonksiyonlarının önemi ve etkinliğini hiç olmadığı kadar artırmıştır. Önümüzdeki dönemde uluslararası sistemin kuralları belirlenmiş stabil bir yapıya kavuşacağını ummak ve bu yönde tanımlamalar geliştirmek faydasız bir uğraş olacaktır.
TÜRKİYE KENDİNİ SINIRLAYAMAZ
Bu süreç içinde Türkiye, gerek stratejik gerekse jeopolitik önemi nedeniyle kendisini hiçbir zaman olayların akışına bırakma ya da ’bekle-gör-tavır al’ taktiği ile sınırlama lüksüne sahip değildir. Uluslararası sistemi ayrıntılı ve isabetli bir tanımlama ile (kendi konumu ile ilgili) taktik, stratejik ve yüksek stratejik tutumlara sahip olmak zorundadır. Yalnız savunma pozisyonunda olmak Türkiye’ye haiz şartlar nedeniyle kabul edilemez bir davranış olacaktır. Bu nedenle de Türkiye tüm kartlarını/avantajlarını maksimum düzeyde bir verimlilikle değerlendirmek durumundadır. Elbette bunu gerçekleştirebilmesi hiç de kolay değildir.
İstihbarat güçlendirilmeli
Ulusal gücü sağlamanın ve korumanın en etkili yolu, istihbarat fonksiyonlarının ulusal güvenlik politikaları ve ulusal çıkarları destekleyecek şekilde yapılandırılması ve geliştirilmesidir. Jeopolitik ve stratejik konumu itibariyle oldukça zor bir coğrafya üzerinde bulunan Türkiye için güçlü bir ekonomi, kusursuz bir dış politika ve caydırıcı bir askeri yapılanma şeklinde adlandırabileceğimiz çok sağlam üç ayağa sahip olmak bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır.
SORUMLULUĞUMUZ ÇOK BÜYÜK
Ülke olarak içinden geçmekte olduğumuz bu zorlu dönemde özellikle merkezinde bulunduğumuz ve bir parçası olduğumuz uluslararası sistemin gelişim süreci, Milli İstihbarat Teşkilatı olarak duyduğumuz sorumluluğu en üst seviyeye çıkarmış durumdadır.
Yeniden yapılanmalıyız
Ulusal güvenliğimizin ve ulusal çıkarlarımızın gelişimine katkıda bulunacak bir stratejik istihbarat yaklaşımı bağlamında teşkilatımızın mevcut yapısının, yukarıda ifade edilen ihtiyaçlara cevap verecek şekilde hem organizasyon şeması bakımından hem de söz konusu şemaya işlerlik kazandıracak/hayat verecek organizasyon kültürü açısından revize edilmesine yönelik 2006 yılında başlattığımız çalışmaları 80. yılımızı da kutlayacağımız 2007 yılı içinde sonuçlandırmak amacındayız.
- 6 Ocak 2007: 11:45 #47824
inanç şinel
KatılımcıBaşbakana açık mektup (1)
Sayın Recep Tayyip Erdoğan,
Birkaç günden bu yana Türk kamuoyu ile, ABD’nin ülkemizi K. Irak ve terörle mücadele konusunda hayal kırıklığına uğrattığına dair görüşlerinizi paylaşıyorsunuz. Kuzey Irak’ın ABD tarafından PKK’nın varlığına rağmen güvenli bölge olarak nitelendirilmesine karşı çıktığınızı da açıklamıştınız. Ancak, Kuzey Irak’ı sadece terör ve PKK anlamında ele alıp, bunun dışındaki gelişmelerin Türkiye için ikincil öneme sahip olduğu görünümünü vermek büyük bir yanlıştır.
Esasen, K. Irak’ta yuvalanan PKK, Türkiye için taktik bir tehlike iken bu bölgede kurulacak bağımsız bir Kürt devleti ülkemiz için stratejik bir tehdittir. Bağımsız Kürt devleti sürecinde Aralık 2007’de yapılacak olan Kerkük referandumu, Ortadoğu bölgesi ile Türkiye’nin istikrarı ve güvenliği açısından yaşamsal bir öneme sahiptir. 2007 yılında Türk dış politikasının odak noktasının Irak olacağını açıklamanız da bu konuda artık daha etkili bir politika arayışı içinde olunacağını göstermelidir inancındayım.
Türkiye’nin artık K. Irak ve Irak’ta ABD ile uyumlu ve “sorumlu” siyaset zemininde bir ilerleme kaydedemeyeceği ve en haklı çıkarlarını da savunamayacağı ortaya çıkmıştır. Son üç yılda İran ve Suriye izledikleri politikalar ile Ortadoğu’da işbirlikleri aranan ve sayılan ülkeler haline gelirken, Türkiye “etkisiz eleman” haline gelmiştir. 2007 yılı, Türkiye’nin Ortadoğu ve Irak’ta etkili ve kararlı adımlarla varlığını ortaya koyma yılı olmalıdır. Bu sene atılmayacak adımlar ülkemize kan ve gözyaşına mal olacaktır.
Sayın Erdoğan,
Böyle bir politikanın olmaz ise olmaz ilk adımı, ABD’ye hem bir Kürt oluşumunu desteklemek hem de Türkiye ile dost olmanın aynı zeminde gerçekleşemeyecek iki politika olduğunu açık bir şekilde anlatmaktır. Ankara’nın içi boş bir stratejik ortaklık söyleminin arkasından gitmeyeceği Washington’a izah edilmelidir. Bu çerçevede, Türkiye’nin terör ile mücadelesine destek vermeyen bir ABD’nin “küresel terör ile mücadele” stratejisine verilen desteğin sona erdirileceği ortaya konulmalıdır.Türkiye, ABD’den somut olarak, Kerkük’te referandumun iptal edilmesini, Kerkük’ün Türkmen niteliğinin kabul edilmesini ve Irak’a bağlı kalmasını, Kerkük’e yapılan nüfus müdahalesinin sonuçlarının geri çevrilmesini sağlayacak adımları atmasını talep etmelidir. Ankara, ayrıca Washington’un Mart 2007’ye kadar PKK’nın K. Irak’taki varlığına son vermesini talep etmelidir.
Bu talepler yerine getirilmez ise Türkiye’de terörist eylemler gerçekleştiren ve lojistik desteklerini K.Irak’tan sağlayan PKK’ya seyirci kalan ABD’nin, Ankara’dan terörle mücadele konusunda destek istemesinin ahlakî temeli olmayacaktır. O zaman Türk ordusunun Afganistan’daki ve Lübnan’daki bütün görevleri sona erdirilmek üzere derhal incelemeye alınmalıdır. İncirlik üssündeki Amerikan uçuşlarının durdurulmasının değerlendirilmesine başlanmalıdır. Türkiye’ye yönelik açık düşmanlık veya oyalama taktikleri sona ermedikçe Ankara, Irak konusunda Washington ile her türlü sivil ve askeri işbirliğini sona erdirmelidir. Irak’a yapılan ve Irak’tan yapılan bütün askeri ve sivil uçuşlara
Türk hava sahası kapatılmalıdır. Ankara, ABD’nin İncirlik’i kullanmasına imkân veren anlaşmayı gözden geçirmelidir.Yarın devam edeceğiz..
ÜMİT ÖZDAĞ , YENİÇAĞ GAZETESİ
Tarih:06.01.2007
- 3 Ocak 2007: 08:59 #47823
inanç şinel
KatılımcıHalk Bankası’nı ucuza kapatmak isteyenlere çok kötü bir haberim var
30.12.2006 / Yiğit Bulut / YorumKonu hakkındaki detaylara geçmeden bu tip tezler ortaya attığımda başımdan geçen benzer olayları sizlere aktararak başlamak istiyorum.
1- Tüpraş’ın Zorlu’ya toplam 2 milyar dolarlık bir değerle satıldığı ihale öncesinde ve sonrasında bu işleme gerek gazetelerde gerekse TV’lerde en şiddetli muhalefeti gösterdim. Tezim çok açıktı; Tüpraş en az 6,5 milyar dolar eder. Bu düşüncemi kamuoyu ile paylaştıktan sonra özellikle “böyük böyük şirketlerin” bazı üst düzey yöneticileri, akıllarınca karşılaştığımız davetlerde benim tezimle çok eğlendiler. Onlara göre 2 milyar dolar mükemmel bir fiyattı. Sonuçta Tüpraş 8,3 milyar dolarlık bir değere satıldı.
2- Türk Telekom için satılmasın dedim ama ille de satılacaksa “değeri en az 10-12 milyar dolar” eder tezimi defalarca aktardım. Aynı arkadaşlar yine çok eğlendiler. Türk Telekom 13 milyar dolara satıldı.
Değerli dostlar, bu aktarımlar sonrası detaylara girmek ve bir adım geri giderek “Halkbank blok olarak satılmalı mı?” sorusundan başlamak istiyorum. Ne diyorsunuz, sizce “blok olarak” satılmalı mı?
Kendi görüşümü aktararak başlayayım Halkbank kesinlikle blok olarak satılmamalı. Eğer kesinlikle bir özelleştirme olacaksa, Türk halkına “arz” edilmeli…
Peki Halkbank neden bu kadar önemli?
Halkbank ile ilgili bazı detayları aktarmak istiyorum. Eminim, okuduktan sonra “Bu detayları bilmiyorduk” diyeceksiniz. İnanın bazılarını bizler de gözden kaçırmışız!
Aktifi yüzde 107, mevduatı yüzde 149 arttı
Halkbank'ın internet sitesinden aldığım, banka ile ilgili bazı tespitler:
* “Kurulmasının temelinde Büyük Önder Atatürk'ün Küçük esnafa ve büyük sanayi erbabına muhtaç oldukları kredileri kolayca ucuza verecek bir teşekkül vücuda getirmek fikri, önemli bir yer tutmuş ve her zamanki gibi yol gösterici olmuştur.”
* Bu gerçekler ışığında 1933 yılında çıkarılan 2284 sayılı Halk Bankası ve Halk Sandıkları Kanunu ile Türkiye Halk Bankası'nın kuruluş süreci başlamıştır.
* Bu kanunla ülkemizde kurulmak istenilen mesleki küçük kredi sistemi ikili bir yapı arz eden karma bir sistem olarak düşünülmüştür.
* Bu sistemde küçük kredi sorununu merkezden yönetecek bir Halk Bankası'nın ve bu bankanın uygun gördüğü yerlerde asli fonksiyonu üstlenecek olan Halk sandıklarının kurulması öngörülmüştür. (Bu aktarım sonrası hemen soralım: Halkbank'ın blok olarak özellikle yabancı bir bankaya satılması yukarıda tarif edilen “ruha” uygun mu?)
* Bankaya 1992 yılında bütün aktif ve pasifleriyle birlikte Türkiye Öğretmenler Bankası T.A.Ş. (Töbank), borç, alacak, mevduat ve taahhütleriyle de 1993 yılında Sümerbank ve 1998 yılında Etibank devredilmiştir.
* Emlak Bankası faaliyetlerini yürütemediği gerekçesiyle T.C. Ziraat Bankası A.Ş.'ye devredilmiş, 12 Kasım 2001 tarihinde Türkiye Emlak Bankası'nın 96 şubesi ise, personeli ve bilançosuyla birlikte T.C. Ziraat Bankası A.Ş.'den T. Halk Bankası A.Ş.'ye devredilmiştir.
* 2004 yılının ikinci yarısında Pamukbank T.A.Ş., Halk Bankası A.Ş.'ye devredilmiş, devir işlemleri ise 17 Kasım 2004 tarihi itibarıyla tamamlanmıştır.
Peki bunlar “resmi veriler”, haber kaynakları konu hakkında ne diyor?
Bankanın en büyük taliplerinin haber sitelerinin eski tarihli tespitleri:
* 2001 krizinin ardından finansal yeniden yapılandırmaya tabi tutulan bankada 5.5 yıllık dönemde krediler yüzde 679, özkaynaklar ise yüzde 234 arttı.
* 2001 yılında 1 milyar 174 milyon YTL olan bankanın toplam kredileri, 2006 temmuz sonuna gelindiğinde 9 milyar 142 milyon YTL'ye çıktı.
* Bankanın 943 milyon YTL düzeyinde bulunan özkaynakları da 3 milyar 148 milyon YTL'ye yükseldi. Aynı dönemde 15 milyar 349 milyon YTL düzeyinde olan toplam aktifler 31 milyar 784 milyon YTL'ye çıkarken, burada yaşanan artış da yüzde 107 olarak ölçüldü.
* Toplam mevduat artışı ise yüzde 149 olarak hesaplanırken, bankanın mevduatı 10 milyar 238 milyon YTL'den 25.5 milyar YTL'ye yükseldi.
– 555 şube ve 6,4 milyon müşterisi ile şube ağı açısında Türkiye'nin 4'üncü büyük bankası ünvanına sahip bankanın, özellikle küçük ve orta boy işletmeler (KOBİ) ve esnaf kredilerinde uzmanlığı bulunuyor.
Satın alan rakipsiz olacak
Sonuçlar;
1- Konu hakkında düşüncem net: Halkbank kesinlikle blok olarak satılmamalı, halkın malıdır satılacaksa bu milletin hakkıdır. Eğer ille de satacağız derlerse, fiyat ile ilgili olarak da şu tezi ortaya atabilirim: Halkbank, diğerlerinin aşağı yukarı eşit olduğu bir ortamda alan adına “rekabeti” bitirecek. Halkbank'ı alan rakipsiz olacak.
2- Daha değişik bir açıdan: Halk Bankası alıcılar açısından bütün rekabet dinamiğini değiştirecek “altın parça”dır. Satıcı yani Türk halkı için de; “elindeki en değerli” mallardan biridir.
3- Olaya bütün bu denklemler eşliğinde bakınca taban fiyatı “Akbank ve İş Bankası” piyasa değerlerinin ortalamasından başlamalı ve “alıcının iştahına” göre yukarı gitmeli. Tam olarak ne kadar derseniz, taban fiyat 12-12,5 milyar dolardan başlamalı ve alıcının iştahına göre yukarı gitmeli.
Not: Tekrar etmek istiyorum, Halk Bankası “normal” kriterler ile değerlendirilemez. Bu aynen 12 eşit parçalı bir arsanın “11 parçasını” satın alanların 12. parçayı almak ve öne geçmek istediğinde olmaları gibi bir durum. 11 parselin sahipleri var ama inşaat izni alacak ve diğerlerinin önüne geçecek olan 12. parçayı satın alacak olan. Bu örneklemeyi Türk bankacılığına taşırsak, birbirine yakın şekilde Türkiye'de konuşlanmış yabancı bankalar var ve bunların bazıları “pazarda en büyük” olmak istiyor. En büyük olma yolunda; büyümesi, farklılaşması diğerlerinin önüne geçmesi çok zor. Yapılacak tek hareket var; bir büyüğü satın almak. Böyle bir dinamik içinde “Halk Bank” stratejik parça.
- 2 Ocak 2007: 11:46 #51588
inanç şinel
KatılımcıHULKİ CEVİZOĞLU, 02/01/2007 YENİÇAĞ GAZETESİ
SADDAM VE HAYSİYETSİZ POLİTİKANIN İDAMI!…
Yeni yıl ve Kurban Bayramı tatilini yaşadığınız şu günlerde ne yazık ki bir “bayram yazısı” ile karşınızda değilim. Yeni yılın ilk yazısında dahi, politika yazmak durumundayız. Yine de bayram ve yeni yılınızı kutluyor, hayırlı uğurlu olmasını diliyorum.
SADDAM’I KİM BÜYÜTTÜ?
2006’nın son günlerinde tüm dünya yeni yılı ve inançlarına göre kurban bayramı ya da noeli kutlamaya hazırlanırken, oldu bitti biçiminde Saddam Hüseyin’in idamı ile karşılaştı.
ABD tarafından hiçbir uluslararası hukuk kuralına aldırmadan işgal edilen Irak’ın devrik Devlet Başkanı Saddam Hüseyin göstermelik bir yargılamadan sonra, sipariş üzerine yılbaşından önce, kurban bayramı arifesinde idam ediliverdi!.Buraya sığmayacak kadar uzun bir konuyu, olabildiğince özetle değerlendirmeye çalışalım.
Saddam bir diktatördü. Tamam. Kendisi de bir ihtilalle koltuğa oturmuştu. O da tamam.
Peki bu diktatörün arkadaşları, yardakçıları, destekçileri kimlerdi?.. Başta ABD olmak üzere, şimdi APO’ya da destek olan -ama onun asılmasını engelleyen ve sütle besleten- AB değil miydi?
Ben sorayım da, belki “hayır” diyen bir ABD-perest ya da AB-perest çıkar!..
Özellikle de, iş APO’nun idamına gelince “idama karşıyız” diyen, ama Saddam’ın idamını “bir diktatör asıldı” diye değerlendiren sözde aydınlardan yanıt bekliyorum.
SÖMÜRGECİLER HİÇ BİR KURAL TANIMAZ!
Bir kez daha ders alınması gereken acı gerçek şu:
Sömürgeciler hiçbir kural tanımazlar!..
İstedikleri zaman kimyasal silah verip, istedikleri zaman “Sen de kimyasal var” deyip saldırırlar..
İstedikleri zaman demokrasi nutku atar, istedikleri zaman demokrasi adı altında işkence yapar, sivil katlederler. (Sivillerin üzerine atom bombası atar, Ebu Gureyb cezaevinde olduğu gibi, köpek gibi yerlerde sürür, cinsel iğrençlikler yaparlar.)Körfez Savaşı ve Özal Diplomasisi (sonraki adıyla, Amerika’nın Körfez Savaşı) adlı kitabımda tüm ayrıntıları vermiştim. Saddam’a kimyasal silahları veren ülkeler ABD ve AB ülkeleri, AB’nin başkent ülkesi Belçika ile “kimyasal silah fabrikası inşaatı” yaptı Saddam’a!.. (Daha uzun ayrıntıları ancak, 5-6 saatlik bir Ceviz Kabuğu programında anlatabiliriz.)
DARAĞACINDA SALLANAN “HAYSİYETSİZ POLİTİKA”
Bu idamdan sonra ABD Başkanı Bush şu açıklamayı yaptı:
“Bu olay, Irak’ın kendi kendini yönetebilen, ispat eden ve savunan bir demokrasi ve terörle mücadelede bir müttefik olma yolunda önemli bir dönüm noktasıdır!”Peki biz APO için ne yapıyoruz? Saddam 148 kişiyi öldürdü diye idam edildi. Halepçe’deki kimyasal saldırıdan değil. (O konudan yargılamadılar. Herhalde, tüm sansüre rağmen, kimyasalların Avrupa’dan gittiği açıklanır korkusuyla!..)
Abdullah Öcalan ne yaptı?.. Devletin açıklamasına göre, “30 bin kişinin katili.”148 kişiyi öldürdü diye bir Devlet Başkanını idam eden ABD(=Bush), 30 bin kişinin ölümüne neden olan bir teröristi niçin idam ettirmiyor?..
APO şimdi İmralı’da semirtiliyor..
Askerler ve oradaki komutanlar ile aynı yemeği yiyor. Zehirlenmeye karşı önlem olsun diye!..
Avrupalı müfettişlerin de saniyesini kaçırmadığı Öcalan davasından çıkan idamı durduran ABD’ye, sonra AB de destek verdi. İdamı tümden kaldırttı!.. Ama şimdi, bu ABD, Saddam’ın idamını “kutsallaştırarak”, sözde Irak’ı yöneten Kürt Cumhurbaşkanı Talabani’nin yönetimine övgüler düzüyor.Bush’un yukarıdaki sözlerinin Türkiye için anlamı şu:
“Ey Türkiye, sen kendi kendini yönetebilen, ispat eden ve savunan bir demokrasiye sahip değilsin!.. Terörle mücadelede Irak kadar bile bağımsız değilsin!.. Dışarıya ve özellikle bana bağımlısın. Haysiyetli politika yürütemezsin. Benim sözümden çıkamazsın!.. Haysiyetin, bana bağımlılığındır.”
Ne kadar aşağılayıcı bir gerçek değil mi?..
Bu aşağılamadan kendini kurtarmak isteyenler, -psikolojideki “yön değiştirme mekanizmasını” kullanarak- kendilerini kandırıyorlar:
“Biz kararlarımızı onlar istediği için değil, kendimiz için alıyoruz!”
Bak sen!..
“Darağacında sallanan”, aynı zamanda haysiyetsiz ve teslimiyetçi politikalardır!.. - 30 Aralık 2006: 10:54 #51585
inanç şinel
Katılımcıadmin hocam sabaha karsı 04:55 de idam edilmiş saddam,Kurban bayramının arefesinde böyle bir olay gerçekten dusundurucu,Emperyalizm böyle bişey olsa gerek.
- 14 Aralık 2006: 12:29 #47822
inanç şinel
KatılımcıNeydi bu gizli anlaşmanın hükümleri
12.12.2006 / Yiğit Bulut / YorumTürkiye Cumhuriyeti ve 72 milyon adına birileri devamlı sözler verip imzalar atıyorlar, malın gerçek sahipleri olan bitenden asla haberdar edilmedikleri gibi onları korumakla görevli devlet mekanizmaları dahi devre dışı bırakılıyor.
Kıbrıs konusunda Genelkurmay'a ve Cumhurbaşkanı'na bilgi verildi mi? Hükümet, devlet politikası dışına çıktı mı? Herkesten gizli bir şekilde “taviz” sayılabilecek girişimlerde bulunuldu mu? Son 4 gündür Ankara’da ve İstanbul’da en çok tartışılan soruları.
Bu tartışmaları ve soruları unutmayın, gelin geçmişten özellikle Mart 2003 tarihinden itibaren Türkiye’nin daha doğrusu Türkiye Cumhuriyeti adına hükümetin, “Koalisyon güçleri” ile ilişkilerini anlatan, gözler önüne seren, başka detaylara bakalım ve bazı sorular soralım.
* Erdoğan, 3 Kasım seçimlerinden hemen sonra Paul Wolfowitz’e bir mektup yazdı ve “generaller ile bir toplantı yapacağımı umuyorum” diyerek, Genelkurmay kapısından ABD desteğiyle geçmeyi denedi mi? Aynı mektup “şahsi cep telefonum” diye bitiyor muydu? Ülkede iktidara gelen bir partinin genel başkanının “bir savunma bakan yardımcısına bu tavır içinde bir mektup yazması” doğru mu?
* Yaşar Yakış ve Babacan, ABD’nin “Türkiye’nin bir bölümüne asker yerleştirme” isteklerine karşılık, ABD’ye giderek maddi pazarlıklarda bulundular mı? Başkan Bush, istenen para karşısında “burada işiniz yok, dönün ve tezkereyi çıkarın” dedi mi?
* Türk Hava sahası İngiliz ve Amerikan uçaklarına, 19 Mart tarihinde “acil olarak” açıldı mı? İlk kullanımlar hangi karara dayanarak yapıldı? ABD ve Irak uçakları Irak’ı bombalamak için Türk hava sahasını 4000’den fazla geçiş ve kalkış için kullandılar mı? Bu kulanım sırasında Türk askeri makamlarından izin alındı mı?
Dokuz maddelik plan
* Abdullah Gül, Vatan gazetesinden Sedat Sertoğlu ile yaptığı bir söyleşide “Ben bu gezileri yapmadan önce, şimdi senin oturduğun koltukta (Eliyle koltuğa vurdu) ABD Dışişleri Bakanı Powell oturuyordu. Onunla 2 sayfalık 9 maddelik bir plan üzerinde anlaştık. Ama ben her yaptığımı kalkıp açıklayamam ki. Powell Suriye'ye giderken de benimle konuştu. Gizli olan bir sürü gelişme var…” cümlelerini kulandı mı? Bu gizli anlaşmanın maddeleri neydi? Devletin makamlarının da bilgilendirilmesi gereken bu “9 maddeden” Cumhurbaşkanı ve Genelkurmay'ın da haberi oldu mu? Böyle gizli bir plana evet deme hakkını TBMM devre dışı bırakılarak, Dışişleri bakanı hangi yetkiye dayanarak kendinde buldu?
Değerli dostlar, son 4 gündür Kıbrıs’ta AB’ye taviz verildi mi? Atılan adımdan devletin haberi var mıydı sorularını tartışıyoruz. İnanın Kıbrıs ile ilgili atılan adımlar devede kulak. 58. ve 59. hükümet döneminde o kadar çok “yazılmış mektup, verilmiş söz” var ki, hangisini burada yazsam şaşırdım.
Bu noktada sizlere Abdullah Gül’ün 24 Mayıs 2003 tarihinde Vatan gazetesinde çıkan (http://www.gazetevatan.com.tr/root.vatan?exec=haberdetay&tarih=24.05.2003&Newsid=9721&Categoryid=3 ) söyleşide yukarıdaki cümleleri ettiği ve bahsettiği 9 maddelik gizli anlaşmanın yerli ve yabancı basında tahmin edilen şeklini sizlere aktarmadan sadece bir çağrı yapmak istiyorum; Sayın Gül, sizin bizzat gizli dediğiniz bu anlaşma ile ilgili inanılmaz yorumlar yapılıyor, ben bir vatandaş olarak bunlara inanmıyor, inanmak istemiyorum. Sizden ricam; lütfen detayları açıklayın.
Devlet devre dışı
Sonuç: Kıbrıs’ta ne olduğunu tartışanlara toplum olarak ne kadar zayıf bir hafızaya sahip olduğumuzu göstermek için yukarıdaki detayları bir kez daha aktarmak istedim. Ne kadar acı değil mi; Türkiye Cumhuriyeti ve 72 milyon adına birileri devamlı sözler verip imzalar atıyorlar, malın gerçek sahipleri “olan bitenden asla haberdar” edilmedikleri gibi onları korumakla görevli devlet mekanizmaları dahi devre dışı bırakılıyor.Not: Yukarıdaki yazıya bir ekleme daha yapalım. 31 Mart 2003 tarihli Wall Street Journal gazetesinde “Erdoğan’ın bir mektubu” yer alıyor. Mektup oldukça ilginç. “Ülkem vefalı bir dost ve müttefiktir” başlığı altında Türkiye’nin ABD çıkarlarına nasıl bağlı olduğunu anlatan Erdoğan, sonunda şöyle bitiriyor; “… We further hope and pray that the brave young men and women return home with the lowest possible casualties, and the suffering in Iraq ends as soon as possible. (Kahraman ve cesur kadın-erkek Amerikan askerlerinin en az zarar ve kayıpla evlerine dönmelerini umuyor ve bunun için dua ediyoruz)” Ne kadar ilginç değil mi; Türkiye’de yapılan konuşmalarda öldürülen Iraklı Müslüman çocuklara vurgu yap, ABD halkına hitaben, o çocukları öldüren askerleri için dua ettiğini söyle!
- 14 Aralık 2006: 10:14 #44674
inanç şinel
Katılımcı“Soner Yalçın'ın yaklaşımına katılıyorsan, diyorki Kıbrıs fethini bir musevi padişahı ikna ederek sağlamış. Bir olayın gerçekleşmesinde bir çok bileşen ayrıntı var sadece bu kitabın kafasından gidilirse sakat bir yola çıkılır. Mesela kendisi Türkiye'de bir çok aileyi incelemiş hep bazılarının bilmem ne olduğunu ima etmiş. Aynı yöntemi çalıştığı medya grubunun ailesine uygulamamış her nedense…”
evet katılıyorum suat hocam zira o dönemlerde yahudi ermeni ve rumların saray ve devlet yönetiminde söz sahibi oldukları unutulmamalı.senın anlattıgın kıbrıs ın feth edılmesınde bir yahudinin ikna rolü neden olmasın,zira Osmanlı insanların yahudi vb dönmesi olup olmadıgına bakmaksızın hakkaniyet ve iyi niyet ölçülerinde o insanları yönetimde söz sahibi yapmıştır.Çünkü onlara güvenmiştir ve en dogrusunu yapmıştır.Ha kıbrıs ın fethınde o yahudının %100 etkısı olmustur demıyor zaten senın dedıgın gıbı bır cok etkenden biri diyor.
Yahudilikten Müslümanlığa geçmek bir insanın en dogal hakkıdır ve buna da SABETAYİST lik deniliyor , hatta birçogu kendisi itiraf ediyor.yani Soner yalçın ın anlattıgı aslında bu kesimin ülkenin sosyal siyasal ve ekonomik hayatına etkileri.kitapta ayrıntılı örnekler mevcut,senin dedıgın kendi patronları hakkında olanlar ise haklısın suat hocam,AYDIN DOĞAN dan ve onun son 7 yıldaki çok hızlı yükselişinden bahsedilmemiş.Bu görev artık bu kitaptan sonra bu tarz kitap yazacak yazarların görevi.Bu eksiği tamamlamalılar,katılıyorum sana.
- 13 Aralık 2006: 21:31 #44672
inanç şinel
Katılımcısuat hocam ima yollu yakıştırma yaptıgına katılmıyorum .zira sabetayist (dönme) oldugunu kendileri itiraf edenlerle etmeyenler arasında ne gibi baglar oldugunu ortaya koymustur.Kendisi kitabında amacının kimseyi şucu bucu diye sınıflandırmak olmadıgını yalnızca ve yalnızca yaşanılan olaylara ve olgulara farklı bir açıdan bakabilmeyi saglamıstır.Örnegin Yeniçeri isyanlarını yada Celali isyanlarının nedenlerini farklı bir gözle ispatlayarak ortaya koymuştur.Hangimiz biliyordu yeniçerilerin paralarını işletenlerin yahudi tefeciler oldugunu ve yeniçeriler maaşlarını az bulupda isyan edince arkalarında bu tefecilerin onlara destek oldugunu.Bu olayların sık tekrarının sonunda Nizamı Cedit'e geçme mecburiyetinde önemli bir rol oynadıgını.Neyse bence her açıdan önemli ve okumaya deger bir kitap.kitapta anlatılanlar günümüz Türkiyesinin sorunlarına ve gerçeklerine ışık tutması bakımından çok önemli.
- 13 Aralık 2006: 15:50 #44670
inanç şinel
KatılımcıSONER YALÇIN'IN “BEYAZ MÜSLÜMANLAR-EFENDİ 2” Yİ OKUDUM.
OSMANLI ZAMANINDA İSPANYADAN TÜRKİYE'YE GÖÇ EDEN YAHUDİLERİN ZAMANLA MÜSLÜMAN OLUŞUNU DÖNMELERİNİ ANLATAN,GÜNÜMÜZ TÜRKİYESİNİN EKONOMİK,SİYASİ,SOSYAL GERÇEKLERİNİN TEMELLERİNİN OSMANLI ZAMANINDA ATILDIĞI GERÇEĞİNİ İSPATLAYAN VE AÇIKLAYAN BİR KİTAP OLMUŞ.MATRİX İLE TÜRK TASAVVUFUNUN BİRLEŞTİĞİ NOKTALARDAN TUTUNDA ŞEYH BEDRETTİN İSYANI ,SÜNNİLER ,ALEVİLER ,YAHUDİLER ,SAİD NURSİ,FETTULLAH GÜLEN,ERBAKAN,MENDERES,SİYASİ PARTİLER ,MEHDİLİK,BEKTAŞİLİK VE BENZERİ BİR ÇOK KONU VE KİŞİLERİ TARAFSIZCA VE USTACA AÇIKLAYAN SÜPER BİR KİTAP.HER TÜRK VATANDAŞININ OKUMASI GEREKEN BİR KİTAP BENCE.TAVSİYE EDERİM. - 11 Aralık 2006: 12:10 #51367
inanç şinel
Katılımcısayın admın hocam olay aslında bambaska.çok üniversite olmasının ve cok üniversite mezunu olmasının bir anlamı yok ÜRETEMEDİĞİN SÜRECE .Mezun olduk da ne oldu baba sana soruyorum hepimiz bu olayın magdurlarıyızz.Bence mesleki eğitime büyük önem verilmeli Üretimin Sanayinin ihtiyacına göre mesleki eğitim ve öğretime yön verilmelidir.Zire üretemediğin sürece bağımlı bağımlı oldugun sürece çaresiz,işsiz ve bitapsın.
- 10 Aralık 2006: 23:07 #51419
inanç şinel
Katılımcıişte arkadaslar satılmış bir medya örneği ; HABERTURK.COM adlı siteden,
haberi okumadan önce düşünün nobeli alan o yazar bozuntusu ne demişti ;
“TÜRKLER 1 MİLYON ERMENİYİ KESTİ”,
gerçekle uzaktan yakından ilgisi olmadığı halde BELGELERLE İSPAT EDEMEDİĞİ HALDE bunu söyledi,sıradan bir insan söylese normal karsılanabilir belki ama BEN TÜRKİYE'NİN YAZARIYIM diyen YAZARIM diyen bir insanın arastırmadan ispatlamadan böyle söylem içinde olması ŞEREFSİZLİK DEĞİL DE NEDİR?HADİ ONU GEÇTİK BİZİM MEDYANIN BU ONURSUZLUĞU NEDİR?
BU MEMLEKETİ BU MEDYA ARACILIĞIYLA MI AYDINLATACAĞIZ ?
BUNLARIN YAPTIGINI ELBET TARİH YAZACAK TIPKI DAMAT FERİTLERİ,İNGİLİZ MANDACILARINI YAZDIGI GİBİ
BU MİLLETE SÖV , NOBELİ AL , BÜYÜK PARA ÖDÜLÜNÜ AL VE HAVAALANINDA “TÜRK BAYRAKLARI” İLE SEVGİYLE KARSILAN.
YAZIKLAR OLSUN DAHA NE DIYEYIM.
HABERTURK.COM ADLI SİTENİN O.PAMUK U BAĞIRINA BASMA VE HAVAALANINDA BAYRAKLARLA KARSILAMA GİRİŞİMİNE İSTİNADEN BU SİTENİN YESİLYURT.ORG İLE HER TÜRLÜ İLİŞKİSİNİN KESİLMESİNİ SİTE YÖNETİCİLERİMİZDEN RİCA EDERİM.SİZ DEGERLİ YESİLYURT.ORG LİLERİN KONUYA İLİŞKİN FİKİRLERİNİZİ ANKET VASITASIYLA YÖNETİCİLERİMİZE İLETMENİZİ RİCA EDERİM.
EVET ARKADASLAR ANKETLE YAPACAGIMIZ OYLAMA SONUCUNA GÖRE KARAR VERELİM,
SÖZ HALKINDIR.SAYGILARIMLA
Bazı kelimeler silinmiştir…
- YazarYazılar