Oluşturulan forum yanıtları
- YazarYazılar
- 9 Haziran 2007: 07:33 #47027
baris_ericok
Katılımcıçok güzel teşekkürler..
- 23 Mayıs 2007: 01:10 #52023
baris_ericok
Katılımcıharika imiş bunlar..
- 22 Mayıs 2007: 20:55 #45448
baris_ericok
Katılımcıgerçekten çok güzel bir yazı.
teşekkürler.. - 21 Mayıs 2007: 09:41 #52763
baris_ericok
KatılımcıTeşekkürler açıklama ve düzeltme için.
Şimdi denedim ve oldu.Kolay gelsin…
[youtube=425,350]TxlG4jagxN8[/youtube] - 20 Mayıs 2007: 21:32 #52761
baris_ericok
Katılımcı[img]http://www.bit74.com/resimler/genelresim/102213.JPG[/img]
Ressam, Ahmet MÜNIP (1874-1909)http://www.heddam.com/Haber.asp?HaberKimlik=3865
Kirmizi Gül Demet Demet
“Yavrum” diyorsun… “Nenni” diyorsun… “Gitti gelmez” diyorsun… Yoksa bir ananin balasina, yavrusuna çagrisi mi bu? Sol Revan'da kalan balasi üstüne mi söylenmis?
Dinlemek İçin :http://www.youtube.com/watch?v=B1nrJ6hfTxw&mode=related&search=
[youtube=425,350]B1nrJ6hfTxw[/youtube]Kirmizi Gül Demet Demet
Kirmizi gül demet demet
Sevda degil, bir alamet
Balam nenni, yavrum nenni,
Gitti, gelmez ol muhannes *,
Sol Revan'da balam kaldi,
Yavrum kaldi,
Balam nenni,Kirmizi gül her dem olmaz,
Yaralara merhem olmaz
Balam nenni,
Yavrum nenni,Ol tabipten derman gelmez
Sol Revan ' da balam kaldi,
Yavrum kaldi,
Balam nenni.Kirmizi gülün hazani,
Agaçlar döker gazali,
Karayagizin güzeli
Sol Revan ' da balam kaldi,
Yavrum kaldi.*Alçak, korkak, namert
Balaya, yavruya yakilan agidin öyküsü
Nenni ya! Nenni ki nenni!. Yavrum nenni! Bir demet kirmizi gülle gelen nenni!. Nasil oluyor derseniz, türkünün dilini açmak gerek…
Varip sormak gerek türküye : “Ey türkü nedir bu demet demet kirmizi gül ve de nenni!. Yavrum nenni… Balam, nenni”. Bu demet demet gül hem de kirmizisindan, sevgiliye duygu mu tasiyor? Neden kirmizi gül de kir papatyalari degil? Söyle sarili beyazli, düz sarili, öküz gözü gibi, kirdan toplanmis papatyalar degil de, demet demet kirmizi gül? Onlarin sevgi dili yok mu?. Onlar duygu simgesi gül kat… Ama bir tek!. Benim tek gülümsün, gönlümdeki yerin kir çiçekleri kadar engin, kir çiçekleri kadar zengin ve dogal, demis olmazmisin? Ama senden iyisini bilecek degiliz ya!. Kirmizi gülü seçmissin sen. Hem de demet demet…
Ha bir de “balam” meselesi var! Yavrum diyorsun… “Nenni” diyorsun “Gitti gelmez” diyorsun. Yoksa bir ananin balasina, yavrusuna çagrisi mi bu? Sol Revan'da kalan balasi üstüne mi söylenmis?. Revan, bugünkü adiyla Erivan, yani günümüzde Ermenistan'in baskenti… Türkümüze konu olan olayin geçtigi zaman ise, büyük olasilikla 17. yüzyil sonrasi… Neden derseniz, Revan Osmanlinin önemli bir ticaret merkezi o zamanlar. Ama bir ara elden çikmis, Safeviler isgal etmis. Yil 1635. Dördüncü Murat ikiyüzellibin kisilik bir orduyla Revan seferini düzenlemis. Sekiz ay, yirmi dokuz günlük kusatma sonunda, Revan yeniden Osmanli topraklarina katilmis. Eskisi gibi kervanlar gider gelir olmus. Mal götürüp, mal getirmisler… Memet de gidip gelen kervancilardan birisi… Anasinin da tek “balasi”… Tek oglu!. Erzurum yöresinde üç bes dönümlük tarlalarini ekip dikiyorlar… Yetistirdikleri ürünü de kervana katip, Revan'da satiyor Memet… Memet de Memet hani… Karayagiz bir delikanli… Tasi tutsa, suyunu çikaracak kadar güçlü. Bir de aliskanligi var Memet'in. Her aksam tarla dönüsü, bahçelerden derledigi demet demet gülleri getiriyor anasina.. Anayla ogul arasinda bir simge gibi kirmizi gül demeti… Sevgi saygi simgesi. Gülleri evinin duvarina asip kurutuyor ana… Onlara baktikça oglunu görür gibi oluyor… Hele Memet kervandaysa. Gözü gönlü kirmizi gülün kurumus, gazellesmis demetinde ananin. Rüyalari hep Memet üstüne… Revan yollarini düslüyor hep. Kimi zaman kara saplanmis görüyor kervani. Kanter içinde uyaniyor. hayra yormaya çalisiyor. Kimi geceler de toza dumana katilmis kervanin, atinin eseginin devesinin bir toz bulutu içinde kaybolusunu düslüyor. Bir hortum, yutuyor kervani. Koca kervan döne döne göge çekiliyor. Geride ne bir at, ne de bir deve, ne de insan kaliyor. Memet'i ariyor gözleri. Kara yagiz, kaytan biyik Memet, ellerini uzatiyor anasina. “Tut ellerimi” diyor. Ama ne gezer. Anasinin elleri boslukta kaliyor. Sözün kisasi günü gelip de kervan Revan'dan dönene kadar bu böyle sürüp gidiyor. Kervanin dönüsünü dört gözle bekliyor.
Bazen kisin yola saldigi oglu yazin dönüyor .Bazen de tersi oluyor . Kervanin dönüsü, bayram gibi! Kimi kocasini, kimi yavuklusunu karsiliyor. Kimi analar da oglunu. Sarilip, aglayanlar, sevinç gözyasi dökenler. Yemen seferinden döner gibi. Gerçi savas dönüsü degil ama; hastaligi sagligi var… Kari var, ayazi var!. Bir de salgin hastalik söylentisi yayilmis. Veba hastaligi kirip geçiriyor ortaligi. Ilkin bir ates sariyor bünyeyi. Kusma, iltihap, bas dönmesi. En sonunda da sayiklama. Artik kurtulusu yok. Sayiklaya sayiklaya götürüyor insani. En erken üç gün. En geç yedi gün içinde basliyor sayiklama… Kurdugu tüm dünya yok oluyor bir anda insanin. Sevgiliye özlem, alinan armaganlar. Söylenecek güzel sözler.
“Sensiz olamam. Sen benim her seyimsin. Güne seninle basliyorum. Seninle bitiyor gecem. Zaman yitirmemek gerek demistin. Oysa günler su gibi geçti. Ne bir ses; ne bir nefes. Düslerdeki yerin hariç. Oysa seninle her seye yeniden baslayacaktik. Öyle demistik. “Yasam o kadar kisa ki; hiç zaman yitirmek istemiyorum seninle olmak için”. Bunlari sen söylemistin. Sicakligin avuçlarimdaydi. Kuytu bir sokak arasi miydi?. Yoksa asiklar yoluna giriste miydi? Bir tek gözlerin kalmis bellegimde. Bir de kuslarin bitmeyen sakimalari. Ne de güzel batmisti günes. Alaca isigin, alaca karanliga dönüstügü an. Aksam günesinin, yavas yavas yok olusu muydu güzel olan?. Yoksa alaca isigin, alaca mutluluga dönüstügü an miydi en güzeli. Bahar mi kokuyordu saçlarin. Yoksa gerçekten bahar günleri miydi? Iste böyle sevgili. Ben simdi senden uzak. Seni sayikliyorum. Ellerini tutabilsem yeniden. Yüzüme dokunsa saç tellerin. Ama ne gezer!. Kuytulardan kaybolmayi severim demistin. Aniden yok oluyorsun düslerimden. Ellerim bosta kaliyor. Hem anamin hiçkirigi niye. Uzattigim ellerimi tutsa ya! Atesler içindeyim. Bildigim türküleri mirildaniyorum; yoklugunuzda.”
Gurbet elde bas yastiga gelende,
Gayet yaman olur isi garibin,
Gelen olmaz giden olmaz yanina,
Bir çalidir mezar tasi garibin.Bir çalinin dibine gömüyorlar Memet'i. Söylenecek sözleri, sevgiliye, anasina özlemiyle birlikte örtüyorlar üstünü. Kara toprak aliyor bagrina. Gençmis… Sevenleri varmis… Anasi yavuklusu yol gözlüyormus. Ecel bu! Kimini sele, kimini yele verir. Memet'i de Revan'da vebayla yakaliyor. Sayiklaya sayiklaya gidiyor Memet. Kucak dolusu kirmizi güller elinde kaliyor. Sevgiliye özlemi de dilinde!. Artik bir çalidir mezar tasi Memet'in!. Bir tek Memet degil vebaya teslim olan. Kervanin çogu kiriliyor. Sahipsiz mezar oluyor Revan'da. Kalanlar perisan. Utangaç. Yasiyor olmaktan utaniyorlar sanki… Sanki ölenlerin sorumlusu ölmeyenlermis gibi… Agir agir Erzurum'a giriyor kervan. Analar, bacilar, sevgililer, ogullar, esler… Merakli gözlerle karsiliyor kervani. Aradigini bulan sarmas dolas. Gözyaslari hiçkiriklara karisiyor. Aradigini bulamayanlar, ilk rastladigina soruyor. “Oglum Memet'im nerede. Birlikte çiktiniz kervana. Nerede kaldi”. Sen sen ol da gel yanitla. “Ilkin kusma basladi. Sonra da bir ates. En son sayiklama basladi. Tüm sevdiklerini bir bir siraladi. Titreye titreye sayikladi. Yedi gün dayandi Memet. Sonra… Sonra bir çalinin dibine gömdük onu”. Gel de söyle bunu. Söyleyebil!. Hem de anasina… O ana deli olup daglara düsmez mi?. Avuçlarini göge açip ol tabipten medet dilemez mi?. Kirmizi gülden merhemlik istemez mi?. Karayagizin güzeli oglunu, canindan parçayi alip götüren ölüme, ilenmez mi? Ölümün hepsi kötü. Ana, baba, anneanne, dede. Hepsi kötü. Dün var olan… Soluyan, nefes alan; nefes veren. Bir anda yok artik. Yerinde yeller esiyor. Sekli semali, son sözleri, yavas yavas yok oluyor. Belleklerden siliniyor. Yasli ölümü neyse ne! “Öldü de kurtuldu” diyor insan. Ya gencecik ölümler. Muradi gözünde gidenler. Anadir, aliyor veriyor, veriyor aliyor. Oluru yok. Diline kirmizi gülleri doluyor. Ol tabipten medet diliyor. Olmuyor. Ver elini dag yollari. Dilinde türküsü. Gönlünde oglunun hayali. Deli olup daglara düsüyor. O'nu son görenler elinde bir demet kirmizi gül, dilinde “Kirmizi gül demet demet. Sevda degil bir alamet Sol Revan'da balam kaldi. Yavrum kaldi”… diye diye haykirdigini söylediler
- 18 Mayıs 2007: 13:18 #52759
baris_ericok
KatılımcıHekimoğlu
Hekimoğlu derler benim de aslıma
Aynalı martin yaptırdım narinim kendi nefsime
Konaklar yaptırdım döşetemedim.
Ünye de Fatsa bir oldu narinim baş edemedimKonaklar yaptırdım mermer direkli
Hekimoğlu sorarsan narinim demir yürekli
Bahçe armut dibinde kaymak yedin mi
Hekimoğlu'nu görünce narinim budur dedin miÇiftlice Muhtarı puşttur pezevenk
Hekimoğlu geliyor narinim uçkur çözerek
Hekimoğlu derler bir ufak uşak
Bir omzundan bir omzuna narinim yüz arma fişek********************
Yerde yatan kişi Hekimoğlu'dur Arkadaşlar.Ordu dolaylarında yaşayan Hekimoğlu, yoksul bir ailenin çocuğudur. Üstelik yoksul bir anneden başka hiç kimsesi yok. Çevresinde dürüstlüğü, akıllılığı ve yiğitliğiyle tanınan bir gençtir.
Yörede egemenlik kurmuş bir Gürcü Beyi vardır. Bu Gürcü Beyi, Ayşa adında güzel ve narin bir kızla sözlüdür. Ne ki, bu kız Gürcü Beyini sevmemekte, Hekimoğlu'na bağlanmıştır. Bu, dostlukla, arkadaşlıkla karışık bir sevgidir. Üstelik Hekimoğlu'yla görüşmeye başlamıştır.
İşte Bey, iki gencin ilişkisinin bu noktaya vardığını duyar duymaz Hekimoğlu'na düşman olur ve ona savaş açar. Hekimoğlu'yla teke tek görüşüp, hesaplaşmayı önerir; bir de yer belirtir. Hekimoğlu, gözüpek, mert bir gençtir. Aynalı mavzerini kuşanıp, tek başına buluşma; yerine gider. Gitmeye gider ama, Bey sözünde durmamış adamlarıyla gelmiştir. Üstelik adamlarından biri, buluşma yerine varır varmaz, sabırsızlanıp Hekimoğlu'nu yaylım ateşine tutar. Ötekiler de çevresini sararlar. Hekimoğlu'yla Beyin adamları arasında yaman bir çatışma olur. Hekimoğlu, çatışma sonunda çemberi yararak kurtulur. Olaydan hemen sonra, Bolu da tek başına yaşayan anasının yanına gider. Anasına durumu anlatır ve artık şehir yerinde duramayacağını bildirir. Anasıyla helallaşıp, yanına Mehmet adlı iki amca oğlunu alarak dağa çıkar. Çıkış bu çıkış ve ölünceye kadar Hekimoğlu artık dağdadır.
Hekimoğlu'nun dağa çıkış nedenini ve biçimini bilen, duyan yöre köylüleri kendisine kucak açarlar. Onun mertliği, yiğitliği ve doğru sözlülüğü köylüleri daha da etkiler ve her açıdan kendisine yardım ederler. Özellikle yoksul köylülerle dostluk kurar, zenginlerden aldıklarıyla onlara yardım eder.
Hekimoğlu, artık Gürcü Beyinin korkulu düşü olmuştur. Bu yüzden Bey,
kendisini sürekli jandarmaya şikayet eder ve kesintisiz izletir. Hekimoğlu'nu ihbar etmeleri için çeşitli yörelerde adamlar tutar. Fakat halk koruduğu için, Hekimoğlu'nu bir türlü ele geçiremezler.Hatta bir defasında, Beyin adamlarından birinin ihbarı üzerine Hekimoğlu'nun kaldığı evi jandarmalar basıyorlar. Bütün çevre kuşatılmıştır. Evin altında bir fırın vardır. Hekimoğlu fırıncının yardımıyla fırının ekmek pişirilen yerini arkadan delip kaçmayı başarır.
Hekimoğlu, kaçmaya kaçıyor ama, Beyin, iki amca oğlunu öldürttüğünü haber alıyor ve doğru Çiftlice köyüne iniyor. Gittiği ev muhtarın evidir. Bu Muhtar, Hekimoğlu'ndan yana görünüyor, oysa gerçekte Beyin adamıdır ve onunla
işbirliği içindedir. Nitekim adamlarından biri aracılığıyla ihbarda bulunur ve Hekimoğlu jandarmalarca sarılır. Hekimoğlu, Muhtarın yüzünden kıstırılmıştır. Büyük bir çatışma çıkar taraflar arasında. Adeta namlular kurşun kusmaktadır. Özetle olur orada.
Olayın sonucuna ilişkin iki söylenti var halk arasında :
1-Hekimoğlu, çatışma sırasında. çemberi yarıyorsa da, aldığı yaralar yüzünden fazla uzaklaşamadan ölüyor.2 -Atına atlıyor, elini karın bölgesinden aldığı yaralara basarak Ordu'ya
kadar geliyor ve burada ölüyor.Hekimoğlu, tipik bir örneğidir. Haklı bir nedenle dağa çıkıyor. Mertliği, yiğitliği ve iyilikseverliğiyle halk arasında büyük ün yapıyor. Yoksulların dostu, onları ezen varsılların düşmanıdır.
Hekimoğlu denince, hemen akla gelen bir özelliği de dir. Hekimoğlu Türküsü'nde geçen ve kendisinin adıyla özdeşleşen in özelliği şudur. Hekimoğlu, özel olarak yaptırdığı mavzerinin üstüne bir ayna taktırıyor. Çatışmaya girdiğinde, bu aynayı: düşmanının gözüne tutarak, gözünün kamaşmasına, dolayısıyla hedefini şaşırmasına yol açıyor.
Bu yüzden Hekimoğlu'nun, adı, Hekimoğlu'nun adı le özdeşleşmiştir. - 18 Mayıs 2007: 12:37 #46842
baris_ericok
Katılımcı1935'te doğan Sinanoğlu, 1953�te Atatürk tarafından 1928 yılında kurulmuş TED Yenişehir Lisesini burslu olarak okudu ve birincilikle bitirdi. Okulun bursuyla kimya mühendisliği okumak üzere ABD'ye gitti. 1956�da ABD Kaliforniya Üniversitesi, Berkeley Kimya Mühendisliği'ni birincilikle bitirdi.
1957�de Massachusetts Institute of Technology ' yi ( MIT ) 8 ayda birincilikle bitirerek Yüksek kimya Mühendisi oldu. 1960�ta Yale Üniversitesinde “asistant professor” (yardımcı doçent ) olarak çalışmaya başladı.
26 yaşında iken atom ve moleküllerin çok elektronlu kuramı ile “associate professor” (doçent) ve 50 yıldır çözülemeyen bir matematik kuramını bilim dünyasına kazandırdı ve “full professor” ( profesör ) ünvanını aldı. Bu ünvan ile modern üniversite tarihinin ve Yale Üniversitesi tarihinin en genç profesörü oldu.
1964�te ODTÜ'ye danışman profesör oldu. Yale Üniversitesinde ikinci bir kürsüye daha profesör olarak atandı. Dünyada yeni kurulmaya başlayan Moleküler Biyoloji dalının ilk birkaç profesöründen biri oldu. (Watson ve Crick sarmal modelindeki dna sarmalının çözelti içinde o halde nasıl durduğunu keşfeden adam – solvofobik kuvvet ) Amerikan Ulusal bilimler akademisine Üye olarak seçildi. Buraya seçilen ilk ve tek Türk oldu.
İki defa Nobel' e aday gösterildi. Defalarca Nobel Akademisinin isteği üzerine Nobel'e adaylar gösterdi. Dünyanın sayısız yerinde sayısız buluşları ve teoremleri ile ilgili sayısız konferans verdi.
26 yaşından beri devam ettiği Yale Üniversitesinde Moleküler biyoloji ve kimya olmak üzere iki kürsüde profesör ve son 7 senedir görev yaptığı Yıldız Teknik Üniversitesinde ise Kimya dalında olmak üzere bir kürsüde Profesör olarak görevini sürdürüyor.
***********************
1935 yılında doğdu.
1953/18 yaş – Atatürk tarafından 1928 yılında kurulmuş TED Yenişehir Lisesi'ni burslu olarak okudu ve birincilikle bitirdi. Okulun bursuyla kimya muhendisliği okumak uzere ABD'ye gitti.
1956/21 yaş – ABD Kaliforniya üniversitesi, Berkeley Kimya Mühendisliği'ni birincilikle bitirdi.
1957/22 yaş – Massachusetts Institute of Technology'yi (MIT) 8 ayda birincilikle bitirerek Yüksek Kimya Mühendisi oldu.
1960/25 yaş – Yale üniversitesi'nde “asistant professor” (yardımcı doçent)olarak çalışmaya başladı.
1961/26 yaş – Atom ve moleküllerin çok elektronlu kuramı ile “associate professor” (doçent) ve 50 yıldır çözülemeyen bir matematik kuramını bilim dünyasına kazandırarak “full professor” (profesör)
ünvanını aldı. Bu ünvan ile MODERN ÜNİVERSİTE TARİHİNİN VE YALE ÜNİVERSİTESİ TARİHİNİN (son 300 yıldaki) EN GENÇ PROFESÖRÜ oldu.1964/29 yaş – ODTÜ'ye danışman profesör oldu. Yale üniversitesi'nde ikinci bir kürsüye daha profesör olarak atandı.
Dünyada yeni kurulmaya başlayan MOLEKÜLER BİYOLOJİ dalının ilk birkaç profesöründen biri oldu (Watson ve Crick sarmal modelindeki dna sarmalının çözelti içinde o halde nasıl durduğunu
keşfeden adam – solvofobik kuvvet).Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi'ne üye olarak seçildi. Buraya seçilen ilk ve tek Türk oldu. iki defa Nobel'e aday gösterildi. Defalarca Nobel Akademisi'nin isteği üzerine Nobel'e adaylar gösterdi. Dünyanın sayısız yerinde sayısız buluşları ve teoremleri ile ilgili sayısız konferans verdi. Şu anda 67 yaşında 26 yaşından beri devam ettiği Yale üniversitesi'nde Moleküler Biyoloji ve Kimya olmak üzere iki kürsüde profesör ve son 7 senedir görev yaptığı Yıldız Teknik Üniversitesi'nde ise Kimya dalında olmak üzere bir kürsüde profesör olarak görevini sürdürüyor.
“…Ben baktım, Türk Bayrağı, Atatürk karşimda, cam çerçeveli olduğu için bayrağın üstünde kendi yansımamı görüyorum. içimden yemin ettim, dedim ki:
Gideceğim ve orada söz sahibi olacağım, ondan sonra gelip o namussuzlarla burada uğraşacağım. O zaman anlamıştım ki burada kalırsam Amerika'nın kölesi olurum, oraya gidersem Amerika'nin efendisi olur, buraya gelip onlarla daha rahat mücadele ederim. Ve işte bizi gönderdiler…”
“…Hiçbir zaman Amerikan vatandaşı olmayı düşünmedim. Aklımdan dahi geçmedi. Ben atalarımdan beri Türk kimliğimle varım. Ne yaptıysam o sayede yaptım. Ona buna yaranayım diye değil. Otuz yılda bak milleti ne hale soktular. Şimdi de 'açlıkla' terbiye ediyorlar. Ayarlı basının köşe yazarlarından biri geçenlerde Avrupa Birliği'ne girmenin yararlarından diye 'O zaman bu ay yıldızlı pasaport ile Avrupa kapılarına gitmenin utancından kurtulacağım' diyor. Tanrı, bu millete acısın…”
“…Yıldız Teknik'te kimyada bir takım hanımlar var, beyler var, profesör, doçent. Dışarıda da vardır. Burada da var, entrikalar döner, ona buna köstek olurlar. Birkaçı dedikoducu belli odama geliyorlar. Herkeste dahili telefon var. Ankara'ya bile telefon edemiyorsun, bilgisayardan bağlanamıyorsun. Bölüm başkanlarının telefonları vardı onlar da benim yanımda ya. Şuraya bir telefon bulun bari dedim. Bilgi çağındayim diyorsunuz daha telefon çağına gelmemişsiniz diyorum. Bilgisayara telefonu bağlayamıyorsun. İnternet yok. Üç dört yıl bağlantı kurulmadı. Hüseyin Afşar'a (bölüm başkanı) bari bir telefon bulun dedim. Bana direk telefonundan paralel hat çektirdi. Bazen o yokken arıyorlar, telefonu açıp sekreteriyim diyorum. Bölümde iki tane meraklı hanım var, ortalıkta dolaşıp dedikodu yapıyorlar. Bunlar bir gün odama geldiler o sırada da telefon çaldı. Bu ne dediler. Ben de saf saf telefon dedim. Ertesi gün geldim, makas attırıp kestirmişler, koridordan teli kesmişler. Ben de zannediyorum ki, ben bunlar için fırsatım, öyle konular var ki dünyada herkes gelmiş, Yale'de benden öğrenmiş; Rusya'sından, Doğu Bloku'ndan, Avrupa'sından. Ben ayaklarına gelmişim, yeni birşey öğrenin, yapın. Yok.
Özel ders açtık, yepyeni şeyleri dünyada ilk defa anlatıyorum, dışarda herkesin benden öğrenmek istediği şeyleri Türkiye'de Türkçe anlatıyorum. Alakası olmayan, fizikten matematikten insanlar geliyor, asıl gelmesi gerekenler yok!..”“…ABD içinden çok göçmüş bir ülkedir, tabii pat diye göçmez, arada bir canlanir, tekrar bir şeyler olur ama içinden cok zayıf tarafları vardır.
Dünyada en büyük borcu olan devlet mesela. İc ve dış.Ama bir devingen tarafı vardır, arada birşey çıkarırlar bir sene öyle idare ederler, sonra yine inişe geçerler. Öyle pek göründüğü gibi bir güç değildir…”
“…GENÇLER, Türkiye'de adet haline gelmiş göstermelik işlerden kaçının.
Sırf üniversite bitirdi desinler diye, ananız babanız Amerika'da mastır yaptı diye öğünebilsin diye yükseköğrenime gitmeyin. Sonunda ancak kendinizi kandırırsınız. Temel gayeleriniz, kendinizin ufak çıkarları ötesinde, kendiniz dışında, bu ülke, bu ulus, Türk dunyası, Avrasya, insanlık için olsun. Yüksek hedefleriniz için çalışın. O zaman, kendi durumunuz da kendiliğinden düzelecektir. Maddiyat ve maneviyatı dengeleyin. Formülünüz 'bilim' + 'gönül'dür. Bu iki kanadın biri eksik olursa ne kendinize ne de insanlığa hayrınız dokunur. Gündelik siyaset, çıkar grupları, dışardan güdümlü gizli veya açık”cemiyet”lerden uzak durun. Atatürk'ün dediklerini bol bol okuyun, onları işte bu günler için demiş, yazmış. Türkiye'nin şerefli, refahlı, itibarlı ve bağımsız geleceği için Atatürk yolumuzu çizmiştir.
Dış ülkelerden, onların yerli kuyruklarından medet ummayın.Gayeleri bize yardımcı olmak değil, Türk adını tarihten silmektir.
Dünyanın neresinde olursanız olun, kimliğinizi, Türk dilini, Türk tarih ve kültür bilincini, binlerce yıllık geleneğini kaybetmeyin. Dış ülkelerde ne kadar kimliğinizi korursanız yabancılar da size o kadar itibar edecektir.
Başkasını taklit etmeyin. Kendi yolunuzu çizip azimle yürüyün. O zaman herkes sonradan sizi taklit edecektir. Eğitimde önce bir meslek, gerçek bir beceri, bir altın bilezik sahibi olmaya bakın.
Ne yaparsanız yapın en iyisini yapın. Siyasetçinin bilimcinin en kötüsü olunacağına tamircinin parmakla gösterilen en iyisi olmak yeğdir.
Bulabilirseniz Türk okuluna, eğitimin Türkçe verildiği okullara gidin. Konulara merak sarın, not için çalışmayın. O meslekte yararlı olacak bir yabancı dili oğrenin. Bülbül gibi konuşup yabancıdan ayırt edilemez hale gelmek hiç şart değil.
Unutmayın ki Türk olmak bir kafa gönül işidir.
Türk kültürüyle, diliyle, ata sevgisiyle Türk'tür. Soy sop meselesi karıştırarak, o herşeyimizi borçlu olduğumuz şerefli atalarımızı karalamaya çalışan iç düşmanların kitaplarına, yaygaralarına kulak asmayın. Kültür genleri, ırk genlerinden daha önemlidir.
Vatanı, milleti için her türlü fedakarlığa hazır bir taban gerekiyor.
Bu taban son elli yılda hayli eritilmiş, kafası, gönlü karıştırılmış, birbirine düşen kesimler, dışa bağımlı sahte aydınlar, içinde vatanının geleceğini düşünmeyen, daha da acısı vurdum-duymazlaşmış kalabalıklar oluşturulmuştur.
Bu durumda gerçek bir önder çıkabilse bile başarılı olma şansı pek azdır.
Şimdi yapılacak iş hızla bu toplumun yeniden kaynaşmasına, bilinçleşmesine, vatanını, milletini kendisinden önce düşünen insanların çoğalmasına önayak olmaktır.
Türkiye' yi tekrar Kuvayi Milliye ruhu, Atatürk ruhu kurtaracaktır…”
OKTAY SİNANOĞLU, kimdir bu adam?
“…bizi 17 yaşımızda apar topar zorla Amerika'ya gönderdiler; çirkin bir gaye ile, 'devşirme' olalım diye gönderdiler; çok şükür olmadık!.” diyen adam bu.
Amerikanın tepesine oturan, dünya bilim çevrelerinin peşinde koştuğu adam bu.
Döküntülerini toplayanların Nobel aldığı adam bu işte.
işaret ettiğinin Nobel aldığı adam bu işte. Yale üniversitesi'ni, Amerika'yı alt üst etmiş, modern üniversite tarihine adını yazdırmış adam bu işte.
Bu adam bizim. Bu adam bizi düsünüyor, bizi sayıklıyor, geceleri uyuyamıyor ülkesi için, insanları için ve biz bu adamı tanımıyoruz. Çünkü tanımamıza izin vermediler. Bu adama 10 kere hakettiği halde Nobel bile vermediler çünkü bize gereken bir kıvılcımdı bu.
Göreceksiniz ki istediğiniz kıvılcım orada var.
Göreceksiniz ki hala ve her zaman bu ülke için gerçekçi bir umut var.
Göreceksiniz ki ne varsa bizde var, ruh var, gönül var, görünmeyen bir bağ var. Onlarda olmayan bir şey var, sonradan kazanılamayacak birşeyler var…
Göreceksiniz ve üzüleceksiniz, ne yurtseverler var bizden; ne dahiler var… Ne sesi var ne sedası var…
Canım Türkiye'm, donuyla birlikte beş para etmez, sefil, sözüm ona mankenlerin hayatını ezbere bil ama Oktay Sinanoğlu'nu tanıma.
Canım Türkiye'm, televoleyi kaçırma, ünlüler çiftliğini kaçırma ama bu adamı kaçır!
Canım Türkiye'm, pastanelere “patiseri”, lokantalara,”restaurant”, mağazalara “shop” yazmaya devam et. D&R yaz sonra da Tarzanca iletişim kurulamaz ingilizcenle “dienar” diye oku.
Canım Türkiye'm, tepeden tırnağa, sat ülkeni, dilini, değerlerini sat, kendi değerlerini aşağıla, nasıl olsa onlarınki daha iyidir. Sana laf edene ise “faşist” de, “milliyetçi” de, “sağcı” de, “solcu” de, “komunist” de, “dinci” de, de oğlu de. Ama sakın “YURTSEVER” deme!
Bizler bu ülkenin son şansıyız…
- 27 Nisan 2007: 20:24 #52546
baris_ericok
KatılımcıArkadaşlar bu yürüyüş tabiki etkili olmuştur.
Ama bundan sonra yapılacak yürüyüşler işin ciddiyetini ortadan kaldırır diye düşünüyorum.
- YazarYazılar